Yurdum insanı, yapay zekâyı kimi zaman kara tahtanın önüne çıkarılan ilkokul çocuğu gibi sözlüye kaldırıyor: "Dayımın oğlunun görümcesi benim neyim olur?"
Cevabı alınca da göğsünü gere gere, "Bak! Vallahi bildi!.." diyor.
Sanki yapay zekâ o anda ayağa kalktı da tek nefeste kütüphanelere koştu, ter içinde geri dönüp "Hısım" cevabını verdi.
O tek kelimelik cevabın arkasında koskoca bir "su" hikâyesi yatıyor; haberi yok.
Yapay zekâ dediğimiz o akıllı "bulut", sadece binlerce metal kutunun birbirine sürtünmesinden çıkan ısı değildir. Yani veri merkezlerindeki metal kutuların enerjisinden ibaret değildir. O, devasa veri yığınları içindeki örüntüleri karmaşık algoritmalarla işleyen ve bu veriyi anlamlı bir muhakemeye dönüştüren dijital bir zekâ mimarisidir.
Susuzluk bunun neresinde mi?
Tam merkezinde. Çünkü bu devasa metal yığınlarını soğutmak için suya ihtiyaç var.
Fantastik bir köpek betimlemesi için yapay zekânın buharlaştırdığı suyla, gerçek bir köpeğin tüm su ihtiyacı giderilebilirdi diyeyim de, ötesini varın siz hesap edin.
***
Kaldı ki yapay zekâ her suyu kabul etmiyor, pırıl pırıl içme suyu istiyor. Deniz suyuna dönüp bakmıyor, kireçli suya da "Böbreğimde taş yapar" muamelesi çekiyor. Ekipmanlar zarar görmesin diye zerre miktar bakteri taşımayacak kadar hijyenik içme suyuna ihtiyaç duyuyor.***
Çözüm için bir şeycikler de bulmadılar değil. Mesela sunucuları, elektriği iletmeyen özel bir sıvının içine daldırarak (tabiri caizse) sistemin daha az ısınmasını sağlamayı hesaplıyorlar.