SALİH TUNA

Siyasi hazımsızlığın serencamı

Başbakan Menderes'i astılar, bununla da kalmayıp, 27 Mayıs Darbesi'ni "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" ilan edip yıllar yılı kutladılar.
Turgut Özal'a da "Çankaya'nın Şişmanı" diyerek yapmadıklarını bırakmadılar.
Merhum Erbakan'a 28 Şubat sürecinde nasıl zulmettikleri de hepinizin malumu. En sonunda da brifing verdikleri yargı marifetiyle partisini (RP) kapattılar.
Lakin, Erbakan bir kez olsun yargıya parmak sallamadı. Mesela, "Bunların yargısı" yollu ötekileştirmeye kalkışmadı. Eleştirse de yargı kararlarına hep saygıdan dem vurdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'a da daha iktidara gelmeden başladılar. Şiir okuduğu için cezaevine atmaları yetmezmiş gibi "Muhtar bile olamaz" manşetleri attılar.
Bunlara rağmen Erdoğan Başbakan oldu. Fakat eşinin başörtüsü bile henüz özgür değildi... Birilerinin "Yine mi mağduriyet edebiyatı..." diyerek laga luga etmelerine bakmayın, bin yıl geçse unutulmayacak bir fecaatti.
ABD'nin New York eyaletinin bile 1 Şubat"Dünya Başörtüsü Günü" olarak tanıdığı bu günde bıraksınlar da hiç değilse şu kadarını hatırlatalım:
Dönemin Başbakanı Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan Hanımefendi, ünlü tiyatrocumuz Nejat Uygur'a "Geçmiş olsun" deyip eşi Necla Uygur'a moral vermek için GATA'ya gidecekti. Ama sırf başörtüsü nedeniyle ziyareti engellendi. Merhum Nejat Abi'nin eşi Necla Hanım, "N'olur Emine Hanım, biz sizinle dışarıda buluşalım!.." demek zorunda kalmıştı!..
Bununla da kalmadılar...
Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adaylığı söz konusu edildiği süreçte "eşi başörtülü cumhurbaşkanı istemeyen" dönemin Genelkurmay Başkanlığı, Erdoğan'a ve Genel Başkanı olduğu AK Parti'ye 27 Nisan 2007'de e-muhtıra verdi.
Çok geçmeden de 22 Temmuz 2008'de (aynı zamanda Erdoğan'a siyasi yasak getirecek) AK Parti'ye kapatma davası açıldı.
Suç mu?
AK Parti'nin başörtüsüne özgürlük istemesiydi. Bu istek, dönemin cumhuriyet savcısına göre, "Laikliğe aykırı fiillerin odağı hâline gelmeye" yeter de artardı.
Evet, trajikomik ama vaziyet bundan ibaretti.
Dikkat isterim: Bugünlerde Erdoğan'ın ve AK Parti'nin "otoriterleşmesinden" koro halinde şekvacı olanların cemi cümlesi, mahut muhtıra ve parti kapatma davasının arkasında durdu.
Bitmedi...
Gezi Parkı olayları başladı. Güya ağaç için yola çıkmışlardı ama uçak korsanları gibi "İstanbul Havaalanı yapılmayacak" şartları başta olmak üzere bir dizi şart koşmuşlardı.
Sonuç itibarıyla Gezi'de amaçlanan elde edildi; sosyolojik fay hatları iyice kırıldıktan 6 ay sonra da 17-25 Aralık 2013'te yargı susturuculu FETÖ darbesi arzı endam etti.
İşbu darbenin çıktıları (tapeleri) muhalefet esnafı tarafından TBMM kürsülerinden okundu. Bilumum muhalefet de FETÖ'nün amacına hizmet ederek bu çıktılar üzerinde tepindi durdu.
Erdoğan'a karşı "hendek terörünü" bile destekleyecek duruma düştüler.
Diyarbakır (Sur), Şırnak (Cizre, Silopi, İdil), Mardin (Nusaybin), Hakkâri (Yüksekova) ve Batman gibi şehirlerde 2015- 16 arasında PKK, hendek terör eylemleri başlattı. Muhalif güruh da "Saray'ın askeri" veya "Saray'ın polisi" diyerek teröre karşı ölümüne mücadele eden asker ve polisimizi sırtından hançerledi.
Zaten 4-5 ay sonra da 15 Temmuz'daki "hayâsız akın" baş gösterdi.
Bu aziz millet çıplak elleriyle bu hayâsız akına direnirken, muhalif güruh bankamatik kuyruklarına koştu. İşin garibi, bankamatiklere üşüştükleri o geceyi sonradan "tiyatro" tesmiye ettiler.
Kontrolleri veya zapturapt altında tutamadıkları her şeyi töhmet altında bırakmak huylarından hiç vazgeçmediler. Dün "Saray'ın askeri" diyorlardı, son günlerde de "Saray'ın yargısı" demeye başladılar.
İşin aslı şudur: Kendilerini öteden beri "bahçenin orta tohumu" mesabesinde gördükleri için ne Menderes ne Özal ne Erbakan ne de Erdoğan'ın iktidarını kabul ettiler.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.