Sinemacı dostlarımız, işletmecilerden çok rahatsızlardı. Zaten vergilerden, şundan bundan bidayetinden beri şikâyet ediyorlardı.
Bu nedenle çok sayıda yapımcı, yönetmen ve oyuncu arkadaşımız bundan 4 yıl evvel, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Erdoğan'la bir araya gelmişti.
İçlerinde Şahan Gökbakar da vardı, BKM deyince akla gelen Necati Akpınar da!
Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan "krizi" çözmesini istiyorlardı.
Kriz mi?
Türkiye genelinde 3 bine yakın sinema salonunun yaklaşık üçte birine sahip işletmeciler ile film yapımcıları arasındaydı.
"Pasta" da az değildi hani; Türk sinema sektörünün yıllık hasılatı (2019 itibarıyla) 1 milyara yaklaşmıştı.
Yapımcılar bilet hasılatından kendilerine düşen payın artmadığını savlıyorlar, salon işletmecilerinin patlamış mısır ve içeceğin ücretini sinemaseverlerden alıp biletin esas payını düşük tuttuklarını dile getiriyorlardı.
Hülasa, yapımcı dostlarımız kazançlarını yeterli bulmuyorlar, daha çok pay istiyorlardı.
"Sanat filmi" yapan arkadaşlarımız mı?
Onların gişeden umutları zaten yoktu. Ödüllerle (ve olursa kimi festivallerden alacakları para ödülüyle) yetinmek zorundaydılar. Kaldı ki, yaptıkları filmlerle sanatsal açlıklarını gidererek zevk almış oluyorlardı. Hem ödül hem para olmaz. (Brecht'in vardı buna benzer bir esprisi. Bir fabrikatör ziyaret ettiği işçilerine "Nasılsınız, işinizden zevk alıyor musunuz?" diye sorar. İşçiler de "Evet ama, biraz da zam alsak çok iyi olur..." derler. Fabrikatör şu karşılığı verir: "Zevk alıyorsunuz ya, zammı ne yapacaksınız?!")
Uzun lafın kısası...
Hasılat paylarının artırılmasını isteyen yapımcı dostlarımızın sorununu Cumhurbaşkanı Erdoğan çözdü. "Arzu ve isteklerini" Meclis'ten geçirerek yasalaştırdı.
"Her şey çok güzel olacak" kampanyasına öncülük eden Yılmaz Erdoğan da "Sazan Sarmalı" diye bir film çekip dijital platforma sattı. Sizin anlayacağınız, yeni sinema yasası çıksın diye uğraştı ama çektiği filmi sinema salonlarına sokmadı. Birkaç ay önce de "Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü"ne layık görüldü. (Bir Tük büyüğünün de dediği gibi "Kurban olduğum Allah verdikçe veriyor!")
Şahan Gökbakar da Yılmaz Erdoğan'ın izinden giderek Recep İvedik'ini dijital platforma sattı. Ata Demirer'in "Bursa Bülbülü" de aynı şekilde dijitale gitti.
Sinemaya (gişe filmi olarak) "Çakallarla Dans" ile "Kutsal Damacana" kaldı.
Şafak Sezer ve Murat Şeker'e dijital platformlardan teklif geldi de mi sinemayı tercih ettiler, bilmiyorum.
Benim bildiğim, sonuç itibarıyla sinemayı tercih etmiş oldular, ikisini de tebrik ediyorum.
Sinema sadece film seyretmekten ibaret değildir.
Sinema salonlarının yer aldığı alışveriş merkezlerinde çalışan emekçilerin yanı sıra işin bambaşka bir boyutu daha var.
Merhum Atıf Yılmaz ustamız, "Söylemek Güzeldir" kitabında, ABD Başkanı Bush'un sinema salonlarımızda gösterilecek Amerikan filmlerinin yüzde 75'ten az olmamasını Özal'dan özellikle istediğini anlatır.
Sinema salonları yeniden Amerikan filmlerine terk edilecekse o yasa neden çıkarıldı?