Nurdan Albamya İnce'nin yazarı ve oyuncusu olduğu "Filistin Hakkında Konuşmalıyız" adlı oyunundan çıkar çıkmaz heyecan içinde arayan oğlum, "İzlemelisin baba!" dedi, "Çok beğendim, gözyaşlarımı tutamadım..."
İzleyiciyi sordum; salon hıncahınç doluymuş. Ne güzel, dedim. Sonraki gösterimlerin de 25 Kasım Cuma saat 20.00'de Bağcılar Belediyesi Başkanlık Sahnesi'nde ve 27 Kasım Pazar saat 20.00'de Şehit Savcı Mehmet Selim Kiraz Kültür Merkezi'nde olacağını öğrendim.
"Filistin Hakkında Konuşmalıyız" oyununu izleyince bu köşecikte dilimizin döndüğünce konuşuruz. Şimdilik söz konusu oyunun adından mülhem, "ölüm hakkında konuşalım."
Herkes nasıl ki kendi putu yerine başkasının putunu yıkmaya teşneyse, kendi ölümü yerine de başkasının ölümünü konuşmayı seviyor.
Oysa kendi ölümünü aklına getirmiyorsan bu nice konuşmaktır!..
Hayat dediğin nedir ki?.. Dün geçmiş gitmiştir, yarın yaşanmamıştır; Theo Angelopoulos'un filmi misali, "Sonsuzluk ve Bir Gün"dür. Yani, hayat sonuç itibarıyla bir günden ibarettir. Haliyle, "her ölüm erken ölüm" olduğu kadar, "herkes de ölecek yaştadır."
Evet, bunları herkes biliyor. Lakin, bilmek yetmez, ayne'l-yakin idrak etmek lazım.
Ölümün hakikatini bize kim nasıl idrak ettirecek? Ebedi/sonsuz hayata nasıl hazırlanacağız?
Ölüme hazırlıksız mı yakalanacağız yoksa? Ölüme hazırlıksız yakalanmak "kaçak hayatlar" yaşamaya mahkûm olmak değil midir?
Merhum üstadımız Kemal Tahir'in müthiş bir anekdotu vardır. Cezaevi yönetimi, bir aydın/düşünür/sanatçı olarak ondan sabahleyin idam edilecek bir mahkûmu teselli etmesini ister. Kemal Tahir kara kara düşünür; söyleyecek bir söz bulamaz. "Konuşacak konu ararken birden fark ediyorum ki, bu dünyada bütün konuşmalar geleceğe aittir; geleceği olmayan bir adamla konuşacak bir şey yoktur..." der.
Geleceğe yani sonsuz hayata dair söyleyecek sözü, kalbimize inşirah verecek kelamı olmayanın "hayatın anlamı" üzre sadra şifa sözü olabilir mi?
Ölüm her gün inen ayettir. Ve, herkesin başında, mukadderattır.
Duayen gazeteci Hıncal Uluç'un dün aramızdan ayrılması üzerine "Yaşadığım bu hayat nedir; bu hâl de neyin nesidir?.." diye sorgulayacaklarına şebelek güruh Hıncal Uluç'a küfür ve hakarette adeta birbirleriyle yarıştılar.
Bu kin, bu nefret nedir; ne yapmış Hıncal Uluç?
Defne Joy Foster için "Su testisi su yolunda kırılmış" demiş... Tamam, çok ayıp etmiş; lakin, 11 yıl önce sarf ettiği sözün intikamını Hıncal Uluç'un ölüsüne küfrederek almaya çalışmak ayıptan çok öte, müstekreh bir terbiyesizliktir...
Defne'nin eşi tanıdığımdı, eşinin yakın akrabası da eski ortağımdı. Anlatılanların birçoğunun doğru olmadığını o tarihte (2011'de) yazmıştım. Madem Defne konusunda bu kadar duyarlıydınız, adı lazım değil o ünlü yazarın oğlunu kurtarmak için FETÖ'cülerin neler çevirdiğini neden bir kez olsun sorgulamadınız?
Hıncal Uluç başka ne yapmış?
"Fenerbahçe'yi şampiyon yapacaklar" demiş. Bir defasında da, Trabzonspor'u büyük takım olarak görmemişmiş.
Rahmetli öyle dedi diye Fenerbahçe'nin şampiyon olamadığını, Trabzonspor'un da küçük takım olarak kaldığını düşünüyorsanız, Türk futboluna bir iyilik yapın, futbolla ilgilenmekten vazgeçin...
Hıncal Uluç tam bir kültür insanıydı. Nevi şahsına münhasır rikkat ve dikkatle spordan sinemaya, müzikten tiyatroya kadar takip eder, anlatırdı.
Ne yazsa okunur, ne konuşsa dinletirdi. Bir yazımda Hıncal Uluç değil futbol, musakka tarifi yapsa kendisini dinletir, demiştim.
Buna mukabil gazetemiz Sabah'taki köşesinde şöyle yazmıştı: "Salih Tuna dostum 'Hıncal musakka tarifi yapsa, dinletir kendisini' diye takılınca, ben de cumartesi o tarifi yapmaya kalkıp, nasıl beceremediğimi anlatmıştım. Taa Maldivler'den, orada eşi bizim Frankfurtlu doktor Erdoğan'la tatil yapan, sevgili Esra'dan bir tarif geldi.
Valla öyle yazmış ki, ağzım sulanarak okudum Salih Kardeşim.. Bak sen de oku, bakalım ne diyeceksin.."
Rahmet dilerim.