Yıllar önce bir televizyon kanalında yaptığım programda kendi alanında otorite kabul edilen son derece saygın konuklar alıyordum.
Editörüm de 15 Temmuz şehitlerinden Mustafa Canbaz kardeşimdi.
Programın benzerlerinden farkı, format gereği program boyunca hiç konuşmayan Erdişko adlı daimi bir "konuğumun" daha olmasıydı.
E tabii gerçek konuk değildi. "Yabancılaştırma efekti" mesabesinde programa "konuşlandırılmıştı" ve mesleği de her hafta değişiyordu. Bir hafta adının altına KJ ile "Canlı et uzmanı" yazarken diğer hafta "Alternatif tıpta çığır açan bilge" olarak karşımıza çıkıyordu.
Gerçek konuklar, Erdişko'nun hiç konuşmamasını hayretle karşılasalar da belli etmemeye çalışıyorlar, nezaketen olsa gerek, reklam aralarında bile nedenini sormuyorlardı.
Lakin, izleyiciler programın moderatörü olarak fakire yükleniyorlar, "Erdişko'ya da sor, neden onu konuşturmuyorsun?" yollu tepki gösteriyorlardı.
Baktık "yabancılaştırmanın" dozu fazla kaçmış, formatta değişikliğe gittik.
Erdişko artık konuşacak, adının altına da KJ olarak "Üniversite mezunu" yazacaktı.
Konuşacaktı ama "Bilmez ama bilmediğini de bilmez" şekilde bir dediği bir dediğini tutmayacaktı.
Öyle de oldu... Erdişko rolünü iyi oynuyor, "Üniversite mezunu" olarak konuşuyor; cehaleti bihakkın tahsil etmişçesine saçmalıyordu. Herkes de "Ne diyor bu!" yollu kalakalıyordu.
Üstün Dökmen'in "Başörtülü psikolog, psikiyatrist, PDR uzmanı olması meslek etiğine aykırıdır, nötr olmazlar" lakırdısına muttali olduğum an, Erdişko'ya "maruz" kalmış kadar oldum!
Bir farkla ki Erdişko rol yapıyordu, haliyle sevimliydi; Üstün Dökmen ciddi ve dolayısıyla çok sevimsizdi.
Evet, sevimsiz; çünkü bu kadar nobran, empatiden bu kadar nasipsiz lakırdı olmaz.
Prof. Erol Göka'mız da hermenötik ve semantik bilmediğini dile getirdiği Üstün Dökmen'in cehaletini haklı olarak yüzüne vurmuştu.
Bunlar hep böyle; bilmezler, bilmediklerini de bilmezler!
Prof. Hüseyin Atay aynı adlı kitabındaki "Cehaletin Tahsili" makalesinde, bir satır önce dine sövüp bir satır sonra 'Ben Müslüman'ım' diyenleri cehaleti tahsil etmiş sınıfına sokar. Hocaya göre bu sınıf hem bilmez hem de bilmediğini bilmezlerden mürekkeptir.
Sakallı Celal malumunuz daha kestirmeden gitmiş, "Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür" demişti.
Hayır yani, onca zaman geçmiş bir arpa yol alamadık mı? Hâlâ başörtülüden şu olur bu olmaz, nedir kardeşim?
Sanki bu ülkede 28 Şubat süreci yaşanmamış, onca insan acı çekmemiş, başörtüsü hakkında tartışılmayan bir şey kalmış gibi...
Geçtim 28 Şubat'tan, dönemin Başbakanı Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan sırf başörtülü olduğu için GATA'da yatmakta olan Nejat Uygur'u ziyaret edememişti. Rahmetli Nejat Abi'nin eşi Necla Hanım, Emine Erdoğan'a "N'olur biz sizinle dışarıda buluşalım!.." demek zorunda kalmıştı.
Bakınız...
Milyonlarca Yahudi'nin 'büyük yangını' yaşadığı Avrupa'da, mesela, "Viyana'da şu mahallede Yahudiler çoğunlukta" derseniz, kuvvetle muhtemel, antisemitik olmakla suçlanırsınız.
Acıların üzerine zar atılmaz!..
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz