Vaktiyle "Cübbeli Ahmet mi kazanır Adnan Oktar mı?" (2011) serlevhalı bir yazı yayımlamıştım.
Aralarında sürüp giden mehdi tartışması vardı.
Mesela, Cübbeli Ahmet 2009'daki bir konuşmasında, mehdilik iddiasında bulunduğunu söylediği Adnan Oktar'ı şöyle eleştirmişti: "100 tane hadis bana uygun düşüyor diyor. Aslında 1 hadis bile uymuyor. Ben de şunu ilan ediyorum, 3 yıl içinde mehdi çıkmayacak!.."
Neden 3 yıl da 13 yıl veya 103 yıl değil, bilmiyorum.
Benim bildiğim şudur: Söz konusu tartışmayı şimdilik Cübbeli Ahmet kazanmış gibi duruyor. Zira Adnan Oktar mahpus damında; bilmem kaç bin yılla yargılanıyor!
Gelgelelim, mehdi tartışması halen sürüyor.
Geçen gün de sosyal medyada, "Adnancılar" olarak bilinen Adnan Oktar taraftarları (veya mürideleri) "Cübbeli'nin görüntüleri" diye tag açtılar. Yahut başkaları tag açmış da bunlar "kaynak" yaptılar. Son günlerde "Cübbeli Ahmet Hoca'nın kasetleri" yollu bel altı imalar gündeme geldiği için erketede bekleyen bilumum kozalakların üşüşeceğini biliyorlardı.
Öyle de oldu; "Cübbelinin görüntüleri" tagı anında TT oldu.
Fakat kozalaklar umduklarını bulamadılar! Beklediklerinin aksine, Cübbeli Ahmet Hoca'nın mehdi hakkında vaktiyle yaptığı konuşmaları yayımladılar. Ahir zamana geldiğimizi, mehdinin zuhur etmesi için tüm koşulların zuhur ettiğini, en önemli meselemizin mehdiyet olması gerektiğini söylüyordu.
Bu arada, mehdinin fiziksel özelliklerini de anlatıyordu. Lakin anlatımı biraz netameliydi. Mesela bir yerde, "Mübarek insan, eti çok hafif; hafif ve zarif etli..." diyordu. Netameli dediğim, kendisini tenzih ederim ama bir başkası maazallah, "Eti hafif, zarif ve lezzetli" diye kaptırıp gidebilir.
"Lezzetli" dedim de aklıma geldi. Yıllar önce henüz üniversite öğrencisiyken misafir olduğumuz bir arkadaşımızın evinde leziz bir sofra hazırlanmıştı.
"Hadi bismillah, ne duruyorsunuz, başlayalım" dedi ev sahibi. Ben de "Mehdi gelsin öyle yeriz..." dedim. "Nasıl yani?" diye hayretle sorunca, "Mehdiyi beklemeyecek miyiz?" dedim.
"Yahu kardeşim saçmalamayın!" diye isyan etti, "Ne mehdisi?"
Yanlış anlamıştı. Mehdi dediğim o vakitler İstanbul Siyasal öğrencisi sevgili arkadaşım Mehdi Akman'dı...
Demem o ki, mehdi muhabbeti her dönemde olmuştur.
Bir defasında da mehdi olduğunu iddia ederek çevresine zarar vermeye başlayan bir tanıdığı üç arkadaşla zor zaptedip ruh ve sinir hastalıkları hastanesine kaldırmıştık.
Doktor gelir gelmez, "Hanginiz mehdi?" diye sormuştu. Ben de "Belli olmuyor mu?" demiştim. "Ne bileyim kardeşim" demişti doktor, "Buraya günde kaç mehdi geliyor haberiniz var mı?"
Adnan Oktar gerçekten mehdi olduğuna inanıyor mu, doğrusu bilmiyorum.
Serap Akıncıoğlu'na bunu sordum.
O da kim mi? Eski güzellik kraliçesi. Ödüllü oyuncu. Bir zamanlar herkesin izlediği "Danimarkalı Gelin" dizisinin başrolündeydi. Başka ve en önemlisi de, 30 yıl evvel yapımcılığını yaptığım bir filmin de başrol oyuncusuydu. O vakitler şimdiki gibi başörtülü değildi.
Adnan Oktar operasyonunda tutuklandı, içerde yattı ve çıktı. Birçok sorunun yanı sıra, "Adnan Oktar'ın mehdi olduğuna inanıyor musunuz?" diye yekten sordum. Evet demedi. Bana bir yığın dosya verdi, haksızlığa, iftiraya, kumpasa kurban gittiklerini söyledi.
"Kim size neden tuzak kursun?" deyince, "İngiliz Derin Devleti" diye başlayan cümleler kurdu. Zihnim komple teorisine yatkın olmadığı için ciddiye almadım.
Fakat...
"Neydi o kedicikler, o dansöz oynatmalar, inşallahlı maşallahlı o erik dalları; siz her şeye müstahaksınız!" deyip de bana verdiği dosyaları açmazlık etmedim. Okudum...
Doğrusunu isterseniz, medyada yazılanlardan her şey çok farklıydı.
Dilerim adalet yerini bulsun.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz