Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SALİH TUNA

Ölüm kaçakları

Sesli dinlemek için tıklayınız.

"Bu yazıyı da namluya sürün" serlevhalı yazılarımla andığım/anlattığım canım arkadaşım Orhan Evci, "Cenazedeydim..." diyenlere, kimin öldüğünü bilmese de sormazdı.
Şappadak, "Nasıldı, kalabalık mıydı?" derdi, başka da bir şey demezdi.
Rahmetliyi tanımayanlar istihza ettiğini anlamazlar, cenazede mahşeri kalabalık olduğunu ballandıra ballandıra anlatırlardı.
Orhan Evci kardeşimin istihza ettiği, "ölüme" odaklanmamaktı.
O vakitler cep telefonu yoktu.
Şimdilerde hemen her cenazede cep telefonlarıyla çekim yapanları görseydi acaba ne derdi?

***

Cüneyt Arkın'ın cenazesinde giderken, Louis William Tomlinson adlı İngiliz şarkıcı bir oğlanın konseri için Küçük Çiftlik Parkı'nın önünde kuyruğa giren yeni yetmelere denk geldim.
Caddeye taşacak kadar yoğun bir kalabalık vardı. Cep telefonlarını coşku içinde havaya kaldırmış çekim yapıyorlardı.
Teşvikiye Camii'ne vardım.
Melbusat ve atmosfer haliyle çok farklıydı. Aşağıda eğlence, yukarıda hüzün hâkimdi.
Lakin değişmeyen bir şey vardı: Caminin avlusunda toplananların da elleri havada, cep telefonlarıyla çekim yapıyorlardı!
Havaya kaldırılan cep telefonları, cenazede de konserde de değişmeyen modern insanın bir ritüeli, adeta bir ayin gibi.

***

Maşallah, Tevkiye Camii'nde cenazeyi kıldıran imam da alkış meraklısı çıktı. Cüneyt Arkın'ın "hayatı ve eserleri"nden girdi, Atatürk'ten çıktı.
Oysa o faslı AKM'de birkaç saat öncesinden ziyadesiyle idrak etmiştik.
En muhafazakâr mahalle camilerinde bile imamlar bir dakika ayırıp cenaze namazının nasıl kılınacağını hatırlatır. Teşvikiye imamı cenaze namazını pas geçip (sanki hazirun bilmiyormuş gibi) merhumun filmlerine geçti.
Cep telefonlarıyla "ânı" ölümsüzleştirdiğini sanan modern insana, "son âna" ilişkin sadra şifa bir çift laf etmedi.
"Son durak" mesabesindeki "musalla taşı" mevtaya değil orada bulunanlara hâl diliyle şunu söylemez mi: Şan şöhret, mal mülk, makam mevki buraya kadardır! Kim olursan ol mukadderattan kaçamazsın! Yaşlandığın veya hastalandığın için değil, doğduğun için öleceksin!..
Fakat ölüm bir yok oluş değildir, hayatın anlamına mündemiçtir.
Ölmemek için de olmak lazımdır. Olmanın yolu da "yaratıcıya anlamalı bir hikâye sunabilecek" bir hayat yaşamaktır.
Prof. Erol Göka'mız bir söyleşide şöyle demişti: "Biz modernler ölümü, potansiyel olarak ölümcül ve tedavi edilebilir hastalıklar dağarcığına indirgemiş bulunuyoruz. 'Ecelle ölüm' artık sadece edebiyatta mümkün... Ölenler ya sigara içtiği için, ya spor yapmadığı için, ya hastalıklara karşı gerekli önlemleri almadığı için ya da karşıdan karşıya geçerken sağına soluna bakmadığı için ölüyor (...) Bu stratejiye uygun olarak modernite ölümü tecrit etmiş, mezarlıkları ve cenaze törenlerini günlük yaşamın uzağına taşımış, ölümü ortadan kaldırılması gereken bireysel bir suça dönüştürmüş..."
Haksız mı?
Daha önce söylemiştim, yineleyeyim: "İnsanları ölüm de durup düşünmeye, hayatı sorgulamaya sevk etmiyor, derin uykusundan uyandırmıyorsa o ölüm dünyayı terk etti demektir."


Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA