Biri "Namusuyla öldü!" deyince, diğeri doğallıkla karşılık verir: "Namussuzluk yapmaya ömrü vefa etmedi demek!"
Mithat Cemal'in Türk romanında prestijli yeri olan "Üç İstanbul" adı romanından yıllar önce hafızama kazınmış bu diyalog, son yıllarda sıklıkla aklıma geliyor.
Genellemek istemem ama gitgide umudum tükenmeye başladı.
En çok da namuslu insanları sevmekle veya beğenmekle "namuslu" olacağını sanan namussuzlardan.
Artık şaşırma yeteneğim de köreldi.
Olukların çift olduğunu, birinden "nur" birinden "kir" aktığını "Sakarya Türküsü"nden de biliriz bilmesine ama, "nura" talip olanların bu denli "kirlenebileceğini" tahmin edemezdik.
Yoksa...
İnsan Habil-Kabil'den beri hep aynı insan. Yine huzursuz, yine yatışmak nedir bilmez, yine çıkarcı, yine yağmacı, yine yeryüzünü fesada boğan ve kan döken varlık.
Üstelik, onca bilgi birikimine ve acı deneyime rağmen.
***
Malumunuz,
Ukrayna Savaşı dolayımında
, Amerika'dan İngiltere'ye,
Fransa'dan
Almanya'ya kadar "çağdaş uygarlığın" bilumum
temsilcileri "nükleer savaştan" söz edebiliyor!
ABD'nin 6 Ağustos 1945'te
Hiroşima'ya, 3 gün sonra da
Nagasaki'ye attığı atom bombasıyla yüz binlerce insanın nasıl yanıp kavrulduğu bilinmiyormuş gibi.
Sadece
Marguerite Duras'ın
Hiroşima Sevgilim'ini okusanız içiniz yanar.
Modern Batı gündüz gözüyle nükleer savaşı nasıl dillendirebiliyor?
Şüyuu bile korkunç!...
Tarkovski bunlardan tevekkeli umutsuz değildi. Onca nükleer silah boşuna yapılmış değil ya!
"Çehov'un silahı" kuralı bir gün işleyecek, insanlar yakılıp kavrulacak!
"Caydırıcı güç" martavalına aldanmayın. Bu korkunç silahlara sahip olmak tek başına "insanlık suçudur".
***
"Benliğine" kul köle olan için sadece çıkarı vardır. Kardeşi kardeşe düşüren de zaten benliktir.
"Benliği" ortaya çıkaran da sahip olma hırsıdır. Mal mülk, şan şöhret, makam mevki ila ahir.
Bunuel'in
"Çöl Azizi Simon" (Simon of the Desert, 1965) filminde, çölün ortasında, metrelerce uzunluktaki bir sütunun tepesinde yıllar yılı çile dolduran Simon'un hikâyesi anlatılır.
Günün birinde hayır duasını almak için bir keşiş gelir Simon'un yanına ve şöyle der: "İnsanlar daima kanlı savaş yapacaklar; 'Benim' ve 'Senin' gibi kötü sözler yüzünden..." Simon anlamaz, neyi anlatmaya çalıştığını sorar. Kesiş, kendinin olduğu şeyi savunmak için öldüren insanı anlatmaya çalıştığını söyler.
Şimon hayret eder:
"Senin olan nedir ki?"
Kesiş, içinde sadece marul yaprağı ve su
yer alan Simon'un çantasını alıp gösterir:
"Bu çanta senin değil mi?"
Simon ne diyeceğini bilemez, şaşkınlıkla bakar. Kesiş devem eder: "Şayet tersini söylersem tartışmaya başlarız... Denemek ister misin?" Simon hiçbir şey anlayamaz, şaşkın şaşkın bakar.
Kesiş elinde tuttuğu Simon'un çantasını daha bir göğsüne çekerek "Simon, bu çanta benim!" diyerek "deneyi" başlatır ama Simon tepki vermez.
Kesiş "Senin olduğunu söyle!" diye uyarınca, Simon umursamaz bir şekilde öylesine mırıldanır: "Benim..."
Kesiş tartışmayı başlatmak için "Sana benim olduğunu söylüyorum ama!" diye üsteler.
Simon'un yine hiç umurunda olmaz. "İyi öyleyse, al senin olsun!" der.