Eskiden ciddi bir entelektüelin veya toplumda yer edinmiş bir sanatçı/ mütefekkirin ne dediğine bakılırdı.
En azından önemsenir, merak edilirdi.
Daha eskiden de ilk gençlik dönemimizin göz ağrısı Yeni Devir gazetesinde Cemil Meriç, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Rasim Özdenören, Atasoy Müftüoğlu, Sadık Albayrak, ila ahir, vardı. Diğer gazetelerde de Attila İlhan'dan Oktay Akbal'a kadar bir yığın erbab-ı kalem.
Şimdi kimler var?
Koca memlekette belirli kalibrede aydın ve sanatçı yok mu artık?
Hiç olmaz olur mu? Var, var da, ne dediklerine bakan yok!
Her daim "nevi şahsına münhasır" bir çıkış yaparak gündeme gelmeyi başaran Yalçın Küçük hadi Alzheimer illetine yakalandı (kendi inancınca, "yüce gök" şifa versin diyelim) peki ya diğerleri?
Ortak özellikleri Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı olan bir Murat Belge'nin, bir Erol Manisalı'nın gündeme dair ne dediğini duyan, bilen var mı?
Bunların yerine Sedef Kabaş, Barış Yarkadaş, Nevşin Mengü gibilerin ne dediğine muttali oluyoruz değil mi?
Şu hale bakar mısınız:
İkisi de "muhalif" ama Murat Belge'nin Türkiye gündemi hakkındaki düşünceleri, Nevşin Mengü'nün ıslak saçları kadar bile gündem olmuyor!
Nedir bunun nedeni?
Kozalaklıktan kurtulamayanların tecessüsü mü? Yoksa sevgili Alev Alatlı'nın "paçozluk" tesmiye ettiği düzeyin ibretlik hasılası mı?
"Paçozluk" zaten her alanda var.
Siyasi arenada eskiden İsmail Cem vardı, şimdi Engin Özkoç var, ötesini varın siz hesap edin.
Gelgelelim, esas belirleyici neden sosyal medya mecrasının bizzat kendisi. Nihayetinde ne kadar "paçozluk" yapar, ne kadar yalan üretirsen o kadar "beğeni" alma şansının arttığı bir mecradan söz ediyoruz.
Lakin bir şey daha var ki hep atlanıyor
Fakir, 2011'den beri her fırsatta vurgulamaya çalışıyorum. Muhalif aydınların düçar oldukları Erdoğan düşmanlığı belasına kendilerini Nevşin Mengü düzeyine mahkûm ettiler.
Zaten bunlardaki Erdoğan düşmanlığını bir geceliğine Heidegger'e zerk etsen sabaha Sedef Kabaş olarak uyanır; Kant'a zerk etsen Barış Yarkadaş!
"Muhalif güruh" karşıtını da üretiyor elbette. (Bu üretilen "yandaşların" yalan, iftira ve manipülasyonuna maruz kaldım da ordan biliyorum. Bir defasında da linç etmişlerdi...) Muhalefet yalan söylemeyi "politik yöntem" olarak tercih ettiği için mahut kaotik ortam işine geliyor.
Yıllar yılı nefretle zehirledikleri sosyoloji de onlardan sadece "başarı" bekliyor. Başarı, yani iktidarı devirmek. Bunun için hangi ahlaksız yöntemlere başvuracakları hiç umurlarında değil.
İngiltere Savunma Bakanı yalanlıyor, BBC özür diliyor ama Kılıçdaroğlu ve Akşener bunlara dayandırdıkları iftiranın üzerine yatmaya devam ediyor hâlâ. Bu da münferit değil, hep böyle!
Yalanlamak da çare değil. Zaten hangi birini yalanlayacaksın?
Kılıçdaroğlu'nun "Katarlı öğrenciler sınavsız üniversiteye giriyor" yalanını mı, Sedef Kabaş'ın daha dün ürettiği "Afetler için toplanan bağışlarla Cumhurbaşkanı Erdoğan'a lüks yat yapılıyor" yalanını mı?
Kaldı ki hepsini yalanlasan ne olur; doğrulara nazaran 7 kat daha hızla yayılan yalanlar marifetiyle algı çoktan yerleşmiş oluyor.
Böyle giderse muhalefet kazanır!..
Aynı şekilde mukabele de edemezsiniz. Yalanla iman birlikte olmaz çünkü. Hem yalan söylemek öyle ontolojik bir suçtur ki, içgüdüyü de bozar. Tevekkeli dememişti Nietzsche, "Dekadans yozlaşmış içgüdüdür" diye.
Fakir yalanlara karşı bir çare denemesi olarak mizaha / kurguya başvurmuş, "Kafasını Kaybeden Adam"ı yazmıştım.
E tabii marifet iltifata tabidir...
Şu kadarını söyleyeyim: Cumhur İttifakı'na mensup tüm milletvekillerine "romanımı" gönderdim. Bir çırpıda okuyup bitirdiğini sitayişle dile getiren MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay'ın dışında aklımda kalan bir "geri dönüş" olmadı. Ben de Ekrem Pazarlama'yı anlattığım "İstanbul Nimet Nimet" adlı mizahi romanımı yayımlamaktan vazgeçtim.
Ekrem Pazarlama hadi yine iyisin.