Öfkesi olmayan, içinde öfke barındırmayan her düşünce şahsiyetsiz, iliksiz, ruhsuz ve kanatsız bir düşüncedir. Yaratıcı öfkenin çocukları, öfkelerini hem şiirleştirirler hem de ateşe büründürüp, yürütüp, ufuk ötesine kanatlandırırlar!..
Böyle diyor "Yaratıcı Öfke" adlı son eserinde Ekrem Tâhir.
Ve hülasa ediyor:
"Öfkesi olmayanın düşüncesi olmaz..."
Bana öyle geliyor ki "Yaratıcı Öfke"nin yazarı, sabrı ve dirayeti her şeyden çok bu öfkeye borçludur...
Gerçekten de böyledir: Öfken yoksa ayakların sabit kalmaz, ilk dalganın altında kalırsın!
Mesela, bir Deleuze veya bir Derrida çapında filozof olacağını umduğumuz / ummak istediğimiz Dücane Cündioğlu gitti "Facebook duvar yazıcısı" oldu. Gerçi trollerin "aforizma filozofu" olacağının işaretini, "Aktif siyasete katılmayı hiç düşündünüz mü?" sorusuna, "1933'te Heidegger'in yaptığı tarihsel yanlışa benzer bir yanlışı yinelemek bana göre değildi..." cevabını vermekle ortaya koymuştu.
"Vay canına!" değil mi? Mübareğin hatasında bile nispet noktası Heidegger, aşağısı kurtarmıyor!
İranlı düşünür Abdülkerim Süruş'un böyle budalalıkları yoktu ama ne yazık ki o da Batı'ya giden ve ilk dalganın altında kalanlardan.
Bu yolda düşenler, düşüp sapıtanlar oldu, Batı'yla adamakıllı yüzleşir yüzleşmez gözlerine ışık tutulmuş bıldırcınlar gibi apışıp kalanlar oldu.
Gelgelelim, Ekrem Tâhir dimdik ayakta! Hem de "Hakikatte bizler düşünen Batı'nın hocalarıyız" diye haykıracak kadar büyük bir özgüvenle. "Avrupa'daki 38 yılı aşkın -düşüncede- sürgün hayatımda" diyor, "Avrupalıların sanatkârane bir hırsız ve iflah olmaz narsist olduğunu öğrendim..."
Sanatkârane hırsızlıklarına da örnek veriyor:
Dante'nin, Ebü'l Alâ el-Maarri'nin eserini kopya ettiğini, Hristiyan inancında olmayan Araf'ı zaten ondan çaldığını söylüyor. Shakespeare'in de Dante'den farklı olmadığını, Hamlet'i nerelerden aşırdığını J. Schick'in en ince ayrıntısına kadar gösterdiğini anlatıyor.
Bunlara ben de Brecht'i ekleyeyim. Altan Erbulak demişti galiba, "Adam geldi bizim Anadolu Köy Seyirlik Oyunlarımızdan aşırıp epik tiyatroyu kurdu."
Ekrem Tâhir "sanatkârane hırsızlıklarına" değinmekle kalmıyor. "Dante, Goethe ve Shakespeare'i büyük yapan, efsaneleştiren, arkalarındaki ülkelerin gücüdür" diyor.
Hiç unutmam: 80'li yıllarda Mavera edebiyat dergisinde İsmet Özel ve Rasim Özdenören buna benzer bir tartışma yapmışlardı. İsmet Özel (mealen) "Kim bilir ne büyük şairler / sanatçılar vardır ama arkalarında güçlü devletler olmadığı için adını bile bilmiyoruz" demişti. Buna mukabil Rasim abi de "Arkasında hiçbir devlet olmasaydı da Dostoyevski'yi bilirdik" karşılığını vermişti...
Fakire soracak olursanız, Dostoyevski'nin arkasında hiçbir güç olmasaydı da bilinirdi. Fakat (kendi kültürüne, irfanına ihanet etmeyen) bir Türk olsaydı işi zordu. Necip Fazıl örneğinde olduğu gibi "öz yurdunda parya" muamelesi görür, "Cinnet Mustatili"ne maruz kalır, Müslüman Türk olduğu için de hiçbir Batılı dönüp bakmazdı...
Ekrem Tâhir diyor ki: "Avrupa bir kelime ve bir mitos olarak var. Ama her kelimesi bir HECESİZ kelime ve mefhum (...) Bizler Tanzimat'tan beri bu HECESİZ KELİMELER'in peşinden koşmuşuz..."
Evet, öyle koşmuşuz ki ortaya bir ucube çıkmış.
Bu ucubeyi "fragment aydın" tesmiye eden "Yaratıcı Öfke" yazarı, bütün değer ve hafıza atlasını parçalamış olan "fragment aydını" Türkiye hariç dünyanın hiçbir yerinde yetişmez diyor. "Melezleştirildiğinin farkında olmayan bu Türk aydını, hakiki bir fragment aydındır. Tek orijinalliği var; efendisinin çoban köpeği oluşu..."
"Yaratıcı Öfke" (aden yayınevi) adlı eserini "Viyana'dan kendi gök kubbemin değerli yazarına sevgi ve saygılarımla" şeklinde imzalayıp gönderen Ekrem Tâhir'le Viyana'da bulunduğum zaman diliminde tanışmış mıydık acaba? Aradan 25-30 yıl geçmiş, unutmuşsam beni bağışlasın.
Lakin...
Üslup bakımından "ebedi talebesi" olduğunu söylediği Cemil Meriç, öfke bakımından Necip Fazıl, rikkat ve dikkati bakımından İsmet Özel, irfan bakımından Sezai Karakoç'u çağrıştıran bu sesi, bu nefesi çok iyi tanıyorum.
Hasret kaldığımız "Yaratıcı Öfke" gibi daha nice eserler vermesini diliyorum.