Malumunuz "Tercüme kadına benzer; güzeli sadık olmaz, sadığı güzel olmaz" diye son derece yakışıksız bir "teşbih" vardır.
Evet, "yakışıksız" fakat vaktiyle saygın edebiyat dergilerinde bile arzı endam ederdi.
Biliyorum, rahatsız edici. Biliyorum, teşbihte hata olmaz, zaten hata olsa "teşbih" olmaz.
Gelgelelim, mahut sözün meramı gayet açık: Birebir çeviri her şeyden evvel edebi zevki mahveder. (Bu şiir için daha da geçerlidir. Gerçi "Şiir tercüme edilemez..." diyenler de az değildir.)
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Marifetli mütercim odur ki, orijinal metni kendi dilinde "söyler." Can Yücel'in Shakespeare, Tomris Uyar'ın Marguez çevirileri bunun müstesna örnekleri arasındadır.
Fakat şunu tartışamayız: Hiçbir tercüme orijinal metni sansürleyemez, tahrif edemez.
Şayet "sadakatsizlik" tahrifata neden olmuşsa bu "güzellik" falan değil, çirkinliğin dik âlâsıdır.
Nasıl ki Berlin'i İstanbul, Napolyon'u Yedi Sekiz Hasan Paşa diye tercüme edemezsiniz, orijinal metinde yer alan özel bir ismi de yok sayamaz, sansürleyemezsiniz.
Lafı Zeynep Merdan adlı dikkatli bir okurun birkaç gün evvel saptadığı tercüme fecaatine getirmek istiyorum.
Her ne kadar sosyal medyada şöyle bir değinilse de bir zihniyetin dışavurumu olması hasebiyle üzerinde ne kadar dursak azdır.
Söz konusu tercüme fecaati şu:
Balzac'ın "İki Gelinin Hatıraları" romanında geçen Hz. Peygamber'in adı, Can Yayınları'nın tercümesinde yok. Yani, "Muhammed" sansürlenmiş!
Nerden bakarsanız korkunç!
Şu hale bakar mısınız: Değerli şair ve mütefekkir İsmet Özel'in, "Kur'an-ı Kerim'den doğan dil" olarak telakki ettiği Türkçede Hz. Peygamber'in adı sansürlenmiş.
Hayır, tercüme hatası olamaz.
Balzac'ın mezkûr romanında yer alan "Tu le vois, ma chere, l'amour ne venait pas a moi, j'ai agi comme Mahomet avec sa montagne" ifadesini Nurullah Ataç, "Ne yapayım kardeşciğim, aşk bana gelmiyordu, ben de Muhammed'in dağa gitmesi gibi aşka gittim" şeklinde dilimize çevirmişti. Aynı ifade Can Yayınları'nda, "Dağ sana gelmezse sen dağa git" diye çevrilmiş.
Bu kafa Rilke'nin "Muhammed'in Yakarışı" şiirini nasıl tercüme ederdi acaba?
Münferit bir rahatsızlık değil bu!
Can arkadaşım Ahmet Kekeç bu zihniyetin duayenlerinden (adı lazım değil) birinin Paulo Coelho'nun romanında yer alan minareyi "kule", ezanı da "şarkı" diye çevirdiğini dile getirmişti.
Ezik, müstağrip, İslamofobik bir zihniyetten söz ediyoruz.
Geçtiğimiz ocak ayında kaybettiğimiz Prof. Nur Vergin fakire anlatmıştı. Evine gelen bir misafiri birkaç dilde tıka basa kitaplarla dolu kütüphanesinin rafları arasında "Kur'an-ı Kerim'e" rastlayınca dehşet içinde sormuş:
"Nur!.. Bu ne?!!!"
Merhume sosyoloğumuz gayet doğallıkla "Kur'an" karşılığını verince, misafiri korkunç bir hayal kırıklığıyla "Ayol senden hiç beklemezdim!.." demiş.