İstanbul Sözleşmesi'ni daha önce okuduğunu söyleyen, hatta, altına gururla imza attığını dile getiren Ahmet Davutoğlu, daha sonra Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak'ın "O sözleşmeye nasıl imza attın?" sorusuna, "Okumadan imzaladım" cevabını vermişti.
Bunun üzerine şöyle demiştim:
"Davutoğlu, sözleşmeyi okuduğu ayan beyan ortada olduğuna göre telefonda Dilipak'a yalan söylemiş olmalı. Yahut Dilipak yalan söylüyor (...) Okumadan imza atmak en fazla 'liyakat' sorunudur; okuduğu halde 'okumadım' demek, ahlak sorunu..."
Ardından da şu çağrıyı yapmıştım:
"Umarım söz konusu durumun bir açıklaması vardır. Köşem ikisine de açıktır. Bekliyorum..." (5 Ağustos 2020, SABAH)
Aslında Davutoğlu'nun yalan söylediği aşikardı.
Yine de başbakanlık yapmış, entelektüel birisine böylesi yüz kızartıcı bir yalanı yakıştırmadığım için açıklama yapmasını, ne bileyim, "Dilipak'a öyle bir şey söylemedim" demesini bekledim.
Üstelik...
İstanbul Sözleşmesi'nin kabul edilmesi için 2011'de olağanüstü gayret gösterdiğini, mahut sözleşmeyi "şahsi meselem" diyecek kadar içselleştirdiğini Milliyet gazetesinden Mehveş Evin'e anlattığını bildiğim halde.
Evet, buna rağmen, "Davutoğlu yalan söylüyor" demek yerine bir açıklama bekledim.
Ne ki Dilipak, Davutoğlu'nun okumadan imzaladım dediğini birkaç gün evvel fakire teyit etti.
Haliyle kimin yalancı olduğu da ortaya çıkmış oldu.
Mathieu Kassovitz'in "La haine" (Protesto) filminde 50 katlı bir binadan düşen bir adam, "Buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda, an itibariyle 25. kattayım ve şu an her şey yolunda..." diyerek kendini rehabilite etmeye çalışır. Ve, dış ses şu replikle nihayete erer: "Önemli olan düşüş değil yere inme anıdır."
Gelgelim, yere çakılmak gerçekleşmediği sürece çok küçük de olsa her zaman bir umut vardır.
Bu nedenle bu köşecikte, "Davutoğlu'na neden yardımcı olmuyorsunuz?" serlevhalı naçizane yazıyla en yakın arkadaşlarına seslenmiştim.
Arkadaşlarının düşüşünü seyretmelerine anlam verememiştim.
"Cumhurbaşkanımıza son nefesime kadar vefa ilişkisini sürdüreceğim. Hiç kimse benim ağzımdan, benim dilimden, benim zihnimden Cumhurbaşkanımız aleyhine tek bir söz duymadı, duymayacak" sözünü söyledikten sonra Cumhurbaşkanımız Erdoğan'a demediğini bırakmaması düşüşün ifadesiydi.
Her geçen gün düşüyordu!
Yere çakılmadan (söz konusu yazıda adını zikrettiğim) arkadaşlarının yardım eli uzatmaları gerekmez miydi?
Geçen hafta ekonomideki dalgalanma üzerine, "Benim dönemimde..." diye başlayan cümleler kurdu. Kendisinin müstakil bir dönemi olmadığının hâlâ ayırdına varamamış olması gerçekten çok hüzün vericidir. Bu aynı zamanda, "Yüzde 49 bana oy verdi" sanrısında hiçbir iyileşme olmadığının da göstergesidir.
Düşüşün en korkunç hali Davutoğlu'nun "CHP ile koalisyon yapmamıza izin verilseydi, 15 Temmuz yaşanmayacaktı" ifadesinde saklıydı.
Yazık ki yazık, yere çakıldı.
En küçük ayrıntısına kadar okuduğu ayan beyan belli olan İstanbul Sözleşmesi hakkında "Okumadan imza attım" şeklinde yalan söylemesi yüz kızartıcı şekilde yere çakıldığının resmidir.
Çok üzgünüm! Gerçekten çok üzgünüm!
Zira yalandan sonra hiçbir şey yoktur. Yeryüzü krallığını ele geçirse de yoktur.
Keşke ortaokul çağında Marksist literatürü yalayıp yutmak yerine, yalan ile imanın aynı sinede barınamayacağı diskuruna her daim sadık kalsaydı.