Davutoğlu ve Babacan'ın partilerini destekleyen (bu iki partiden hangisini daha çok "seviyorlar" hâlâ söktürebilmiş değilim) bir gazete var.
Biraz ezikçe de olsa CHP'ye de (özellikle de İBB Başkanı'na) destek veriyorlar.
Destekler karşılıksız değildir ama konumuz o değil.
Konumuz, bu gazetenin "tarihselci" bir yazarı.
Kim mi?
"Kur'ân inmeseydi daha iyi olurdu..." diyen "ilahiyatçı" bir profesör.
Evet, yanlış anlamadınız, "Ağlayan Sakallı" ile aynı gazetede yazıyor.
Ve, işin ilginç yanı, "Ağlayan Sakallı"nın şimdiye değin bu "tarihselciye" karşı eleştirel tek cümle kurduğuna tanık olmadım. (Belki de ilginç değil, gayet doğaldır bu; "dervişlik" çoktan mazide kalmıştır, bilemiyorum.)
Benim bildiğim şudur:
Bunların "teoloji" alanında hocalarından biri bu tarihselcidir. Siyasi alandaki hocalarından birinin Davutoğlu olduğu gibi. (Diğer siyasi hocalarını da başta söylemiştik; Gül'ün emanetçisi o parti etrafında kümelenenler işte.)
Bu adı lazım değil "tarihselci" muhterem geçenlerde bir yazarçizerin sosyalist bir dergideki yazısını göklere çıkarıyordu. Nasıl bir kompleks ile malulse artık.
Aslında üzerinde durmaya değmez bu yazıyı "İslamcı" bir muhterem matah bir şeymiş gibi paylaşmasaydı muttali olmayacaktım.
Zira tutarsız, dayanaksız, argümansız, mantık hatalarıyla dolu bir metin.
Tüm yazı boyunca İslamcı / solcu karşılaştırmasını sözlü / yazılı kültür farkı üzerinden okutmaya çalışan bir anlatı kurgulamış.
Lakin, kanıtlamak istediği şeyi varsayıyor sadece. Bilimsellikten uzak, tastamam bir muamma!
İslamcılar 90'lı yıllarda etkili organik aydınlar üretiyormuş da şimdi üretemiyormuş.
Bu varsayımı öne sürdükten sonra, İslamcı zihnin durduğuna, diyalektik ilerlemelere yol açmadığına hükmediyor ve bunun nedeninin de yazılı kültür / sözlü kültür ayrımında bulunacağını savlıyor.
Şayet bu ayrım söz konusu ilerlemelerin açıklamasıysa, nasıl oluyor da 90'lı yıllarda sözlü kültür içinde olduğu iddia edilen İslamcılar etkin aydınlar üretebiliyorken aynı sözlü kültürü 2000'li yıllarda sürdüren İslamcılar bunu gerçekleştiremiyor yollu bir soruyu aklına hiç düşürmüyor.
Zaten bu tarz soruları aklına düşüremediği için de mahut yazı gırtlağına kadar varsayıma batmış halde.
O kadar ki, "İslâmcı camiada birbirinden ayrışmış pek çok entelektüel vardır ancak bunlar entelektüel ayrışmalardan ziyade aynı tarikatın farklı kollarını andırmaktadır. Farklı vakıflarda, farklı gruplarla aynı kitaplar okunmakta, birbirinin kopyası eğitim faaliyetleri yapılmaktadır..." diyebiliyor.
Bu iddianın solcuların farklı gruplar içinde Rousseau, Hegel ve Marx okuduğunu söylemekten farkı ne?
Bir de diyor ki: "Sözlü kültürün tutucu yapısı zaten kamusal tartışma yapmanın önünü tıkamaktadır..."
Tam aksine, kamusal tartışma sözlü kültürle oluşmuş ve sözlü kültürle gelişmiştir.
Sokrates'in Atina sokaklarında ve sempozyumlarda gençlerle konuşması, Platon'un ve Aristoteles'in akademilerinde dersleri...
Yazılı kültürün medeniyetin temeline yerleşmesinin sebebi oldukça pragmatist / işlevseldir.
Şu lakırdılara bakar mısınız: "Sözlüsohbetçi kültürün kapalı mahalle yapısı İslâmcıları entelektüel kamusal alanın parçası olmaktan menetmiş, kendi kariyerlerini ve pratiklerini bile savunamaz hale getirmiştir."
Sanırım "sözlü-sohbetçi" kültür derken, "arkadaş sohbeti" gibi bir şey kastediyor.
Hayır yani, bunu yapan "İslamcılar" kim, bunu yapmayan solcular ne?