Arkadaşlarımız bazen zor dönemlerden geçtiklerini (veya ruhi buhran yaşadıklarını) kabul etmeyebilirler.
Onları böylesi zamanlarda kendi başlarına bırakmamalı, yardım elini uzatmalıyız.
Arkadaş dediğin kötü gün dostu olmalı değil mi?
Örneğin, Sayın Davutoğlu belli ki çok kötü günlerden geçiyor. Yoksa ne diye kendi kendini iptizale uğratsın?!
En yakın arkadaşlarından aile dostumuz eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, vaktiyle aynı gazetede kalem oynattığımız Prof. Mustafa Özel veya mizah zevki de olan (eski diş doktorum) sempatik insan Ali Pulcu neden ona yardımcı olmuyor?
Sayın Davutoğlu'nun etrafını kuşatan kifayetsiz muhterislerin zehirleyici etkisine karşı harekete geçmek için daha neyi bekliyorlar?
Saramago ifadesiyle, "körlük salgınının" kendilerine de bulaşmasını mı?
Yoksa arkadaşlarının "atandığı" başbakanlık görevinden ayrılma şeklinin veya Şehir Üniversitesi'nin kapatılmasının öfkesiyle onlar da "kör" oldu da benim mi haberim yok?
Sahi arkadaşlarının haline yürekleri sızlamıyor mu?
Liyakat diye diye geldiği TikTok seviyesini görmüyorlar mı?
Arkadaşlarını karşılarına alıp şuncağızı demeleri gerekmez miydi: "Merhum Erbakan'ın 40 yıllık mücadelesinin sonucunda elde ettiği başbakanlıktan daha uzun süre başbakanlık yapmanı sağlayan Erdoğan'a hakaret ederek mi borcunu ödüyorsun?.."
Ayrıca, Davutoğlu'nun hırs ve kin yüzünden lafının nereye gittiğini fehmedemeyecek hallere düştüğünü görmüyorlar mı?
"CHP ile koalisyon yapmamıza izin verilseydi, 15 Temmuz yaşanmayacaktı" ne demektir Allah aşkınıza?
"Başbakanlık görevinden ayrılırken 'yüce çatı' tesmiye ettiğin partine ölene kadar sadakat göstereceğini ilan etmekle kendini bağladın; şimdi hakaret etmeyi kendine nasıl yakıştırıyorsun?!.." demeleri gerekmez mi arkadaşlarına?
Malumunuz, Davutoğlu başbakanlık görevini Mayıs 2016'da bıraktı, hemen ardından da 15 Temmuz 2016 Gladyo saldırısına maruz kaldık. 2019'da da AK Parti'den istifa etti.
İmdi, "Daha dün ayrılana kadar 'kutlu dava' veya 'yüce çatı' tesmiye ettiğin partin hangi ara en 'ahlaksız' en 'çürümüş' parti oldu?" diye sormayacaklar mı?
Sahi, arkadaşlarının akıl almaz tutarsızlıklarına üzülmüyorlar mı?
Sayın Davutoğlu bir süre önce Murat Yetkin'e verdiği bir röportajda 12 Eylül 2015'te olağan kongre öncesinde tek liste olarak çıkacak adayların Erdoğan'ın talimatıyla hazırlandığını gördüğü halde bunu kabullenmenin hata olduğunu, 29 Nisan 2016'da MKYK'da düzenlenen parti içi darbeyle sözün bittiği yere geldiğini söyledi.
Ee, hani başbakanlıktan el çekmesinin nedeni Pelikan adlı bir blog yazısıydı, ne oldu?
Boşuna mı aynı adlı bir örgüt üretmek için o kadar yırtındı? Kati Piri de bu yalana inanmış terennüm etmişti, onun "günahından" ne yapacak?
Arkadaşlarını bilmem ama ben Sayın Davutoğlu'na şunu sormak isterdim: "Yaptığı hakaretlerden ötürü mahkemeye verildiğinde, her haysiyetli insan gibi iddiasını kanıtlayacağına mağduriyet üretmeye çalışan o liyakatli müptezelleri çok aradınız mı?.."
Ne ki, Batman'daki konuşmasını dinleyince mezkur soru dahil ona yöneltebileceğim tüm sorulardan vazgeçtim.
Zira, söz konusu konuşmasında hem Ayasofya Camii'nin açılışındaki "protokol davetini" çok yanlış bulduğunu; bunun ayrımcılık, adaletsizlik, ahlaki çürümüşlük ve saygısızlık olduğunu dillendirdi...
Hem de kendilerinin davet edilmemesini vicdanla izah edilemeyecek kadar hayret verici bulduğunu, dahası ahlak ve asgari adalet duygusundan yoksunluğun ifadesi olduğunu belirtti.
Madem protokole o kadar karşısın neden "protokol daveti" bekliyorsun?
Ve, madem bizi davet edecek olan ezandır diyorsun, bu "intizar" nedir?
Doğrusunu isterseniz...
Eski bir başbakan olmasından maada, Müslüman bir entelektüelin, hırs ve kin belasına, gözlerimizin önünde bu derece tükenmesine gerçekten çok üzülüyorum.