Biri kamuoyunda Aydın Doğan'ın iş takipçisi olarak bilinen muhterem, diğeri AK Parti'yi destekleyen gazetelerde vaktiyle genel yayın yönetmenlikleri yapan ("Yeni Türkiye" kavramlaştırmasının mucidi olmakla da övünen) bir arkadaşımız.
Konukları da Babacan'ın emanetçilik yaptığı partide teşkilatlanma başkanlığı yapan bir siyasetçi.
Kim mi?
Babacan gibi AK Parti'de bakanlık yapmış biri.
Meğer "düşünce adamı" falanmış, ben bilmiyordum. Programın başlangıcında öyle sundular. O da buna hiç itiraz etmedi. Demek ki kendini "düşünür" görüyor. Ne diyelim, sağlık olsun.
Aydın Doğan'ın iş takipçisi olarak bilinen zatın bir özelliği de her zaman böyle "düşünürleri" çok seviyor olması. Bunlara daha kolay nüfuz edebiliyor demek ki.
Düşünür olarak ilan ettikleri siyasetçi de söz konusu programda, düşüncelerinden cömertçe enstantaneler sundu.
Mesela, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın partilere eşit mesafede olmadığı için denge unsuru olmaktan çıktığını, tarafsız olmadığı için de diğer partilerin görüşlerinden istifade edemediğini, dolayısıyla, "ortak aklın" devreye sokulmadığını dile getirdi.
Anlaşılan o ki, "taze muhalif düşünürümüz" kimi verilerle (bilgilerle) irtibatını kestikten sonra da "düşünmeyi" sürdürmüş.
Yoksa "düşünce yanı gelişmiş" bir insan evladı şöyle dursun, sıradan yurdum insanı bile "Partili Cumhurbaşkanı" gerçekliğine rağmen böyle şeyler söylemez. (Zira "Trump Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasında neden denge unsuru olmuyor?" demek gibi bir şey olurdu bu!)
"Yandan çarklı muhaliflerin" ortak bir özelliği de "liyakat" sözcüğünü dillerinden düşürmemeleri.
Zaten AK Parti'den ipini koparan "liyakatli" olduğunu ihsas ediyor. Yani, çok liyakatli olduklarından AK Parti'de barınamamışlar.
Bu düşünür siyasetçimiz de AK Parti'de bakanlık yaptığı dönemde FETÖ'cüleri TÜBİTAK'a doldurmakla ne kadar "liyakatli" olduğunu göstermişti. Üstelik onca uyarılara rağmen bu "liyakatinden" hiç taviz vermemişti. (TÜBİTAK skandalındaki tavrını da kimse unutmuş değil.)
AK Parti'den ayrılan milletvekili, bakan veya il teşkilatı başkanlarının ortak bir özelliği de hiç "mahcubiyet" duymamaları.
Sanki 40 yıl muhalefetteymişler gibi.
Bahçenin orta tohumu mübarekler; iktidarda da muhalefette de hep aynı "özgüvenle" maluller.
Aydın Doğan'ın iş takipçisi zat, mezkur programda, Avrupa'dan "kuvvetler ayrılığı prensibini" alsak ne olur dedi, iyi mi?
"Kuvvetler ayrılığına" karşı çıkan bir Allah'ın kulu varmış gibi bir de "İlim Çin'de de olsa ilimdir" diyerek "kıymet hükmüne" gönderme yapma gereği duydu.
Siyasetçi düşünürümüz de bu garabeti onaylamakla kalmadı, lafı İmam Yusuf'un Kitâbü'l Harâc'ına kadar getirdi.
Nihayetinde...
Fetullah'ın Abant kapatması aydınlarının 10 yıl boyunca dillerinden düşürmedikleri "demokrasi ve hukuk yoksa yabancı sermaye gelmez" ezberini terennüm ettiler.
Bu ezberden hareket edecek olursak, "Yeryüzünde Çin'den daha demokratik ülke yok" desek hiç başımız ağrımaz.
Oysa sermayenin sadece çıkarlarını gözeten ilkeleri vardır.
Yabancı sermayenin her çeşit güvence almadan piyasaya girmediğini, sadece iç hukukla kendini kayıtlı tutmadığını bildiğiniz halde neden gözbağcılık yapmaya devam ediyorsunuz?
Hukukun üstünlüğünü tanımayan dijital feodalleri neden hiç görmüyorsunuz?
Almanya ve Fransa'nın kestiği cezayı ödeyen Google, sıra Türkiye'ye gelince (aynı nedenle kesilen) cezayı ödememekle kalmayıp tehdide başvurmasını hangi hukukla açıklıyorsunuz?
Hayır yani, Huawei hukukun üstünlüğüne aykırı hareket ettiği için mi Google Android lisansını iptal etmişti?
Türkiye'ye yabancı sermaye çekme konusunu dert etmek başka şeydir, yabancı sermaye üzerinden Türkiye'yi dizayn etmeye çalışanların nüfuz casusuymuş gibi konuşmak başka...