CHP'lilerin Ekrem Bey'in eleştirilmesine hiç tahammülleri yok. İçten içe haklı buldukları ama itiraf etmek istemedikleri eleştirilere bile.
Ekrem Bey mi?
Gözünün üstünde kaşın var denilse kimyası bozuluyor.
O kadar ki, "depremle ilgili toplantıya İBB Başkanı nasıl çağrılmaz, yazıklar olsun" yollu tweet atıp, işin aslını öğrenince tweetlerini silerek özür dileyen kendi yandaşlarını bile payladı.
Bu azarlamadan sadece Gürsel Tekin dostumuz nasibini almadı.
Zira o tweetini silmedi.
Daha evvel de PKK'nın siyasi koluna destek vermek için devletin valisinin Atatürk posterini indirdiği yalanını atmış, yalanı ortaya çıkınca da vazgeçmemişti.
Ben de bunu Gürsel Bey dostumuza özgü çok değişik bir tiryakilik sanmıştım.
Meğer bu yalan tiryakiliği CHP'nin tarz-ı siyaseti haline gelmiş. AK Parti de vicdanı kemiren bu tiryakiliğe kafayı takacağına (Başkan Erdoğan'ın BM'deki tarihi konuşmasını gölgeleyecek kadar acul bir şekilde) sigaraya kafayı takmış.
CHP'li dostlarımız Ekrem Bey'i eleştirenlere tahkir üsluplu bir hatırlatmada bulunuyorlar. Diyorlar ki İstanbul'un seçilmiş belediye başkanını kabullenin, içinize sindirin artık.
Haklılar. E tabi şayet kabullenmekte zorluk çekenler varsa.
Lakin, şaşacaksınız ama söyleyeyim: Belediye başkanı olduğunu kabul etmekte asıl zorluk çeken, bu gerçeği bir türlü sindiremeyen bizzat Ekrem Bey'in kendisi.
Seçim tartışmaları zamanında İstanbul'un kaybedecek bir dakikası yok diyordu, mazbatasını aldığı günden bugüne kaç ay geçti bir gün olsun belediye başkanlığı yapmadı.
Hep PR peşinde koştu.
Günahını almayalım; Bodrum'a kaçmaktan, Zülfü ve Tarkan konserlerinde arzı endam etmekten, Kaz Dağları için Kanada Büyükelçisi'ni aramaktan (biliyorum alakası yok ama aradığını kendisi söyledi) ve PKK'nın siyasi kanadına destek vermek için Diyarbakır'a gitmekten fırsat buldukça İstanbul'a da "hizmet" etti.
"Hizmet" etti dediğim, belediye işçilerini işten çıkardı, ekmeğe ve suya zam yaptı...
En son olarak da depremi kendisi için PR'a dönüştürürken tek ayak üzerinde yakalandı.
Yani, depremle ilgili toplantıya çağrılmadığı tezvirinin üzerine yatıp mağduriyet üretmeye çalışırken davet edildiği ortaya çıktı.
Kendisini İçişleri Bakanı'nın, İstanbul Valisi'nin ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı'nın üzerinde gördüğü için depremle ilgili toplantıya genel sekreter yardımcısını gönderdi.
Siyasi şizofrenler ve yandaş yazarçizerleri kendisine mezarından kalkmış Atatürk muamelesi yapınca, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını adeta küçümsemeye başladı.
Anlaşılan o ki siyasi şizofrenlerin ve özellikle de malum odakların fişteklemesiyle kendine Erdoğan'ı rakip görüyor.
Ama unuttuğu bir şey var, seçmen onu İstanbul'a hizmet yapması ve vaatlerini yerine getirmesi için seçti.
Sayın Erdoğan 94'te İBB Başkanı seçildiği dönemde Cumhurbaşkanımız Demirel'di.
Erdoğan gözünü Demirel'in makamına değil halka hizmete çevirdi. Laf değil iş üretti. Akmayan suları akıttı, havayı temizledi, çöp dağlarını kaldırdı...
Öyle lider oldu.
Ekrem Bey dostumuz şunu bilmeli: Manukyan kadar zengin olabilirsin, hasbelkader belediye başkanı da seçilebilirsin.
Ama öyle algı marifetiyle seralarda / hormonlu lider olunmaz.
Lider olmak istiyorsa geceli gündüzlü çalışıp halka hizmet etmeli. (Yalancılığı ne olacak diyorsanız; birdenbire bırakamaz ama en azından azaltarak bırakmayı denemeli.)
Nasılsa arkamda yeni Samanyolu TV'nin Portakal'ı var, ne yapsam aklar paklar tevil eder diyorsa yanılır ki ne kadar.
İstanbul İzmir'e benzemez. Hizmet etmeyen babasının oğlu olsa gözünün yaşına bakmaz.