Birlikte televizyon programı yaptık. Yârenlik ettik. O ateist ve sosyalistti; fakir, inanmış adam.
Sanatla edebiyatla ilgiliydi; çokluk ordan yürüyorduk.
Bir de "antiemperyalizm" gibi ortak noktamız vardı.
Ki, benim için belirleyiciydi.
Fetullahçıların her tarafı kuşattığı yıllarda, bir televizyon programı öncesi (2011'de) "Bu ülkeye komünistlerden değil, Amerikancı Fetullahçılardan zarar gelir" dediğimi geçen yıl bizzat kendisi bana hatırlatmıştı.
Adını izninizle vermeyeyim.
Şu kadarını söyleyeyim: Bir gazetede yazıyor, bir televizyon kanalında da program yapıyor.
Özünde, sevi insanı.
Lakin, geçen gün bir yazı yazdı; nasıl nefretle dolu, anlatamam.
Önceden bu kadar değildi.
Önceden dediğim, Sayın Erdoğan FETÖ'yle hesaplaşmaya girişmeden önce.
Hatta o dönemde bir gün bana, "Erdoğan'la tanıştırsana beni" demişti. "Tanışmıyorum ki" karşılığını verince de önce inanmamış, sonra da taaccüp etmişti.
Bununla da kalmamış (fakire nispet verircesine) hemen oracıkta pat diye CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nu arayıp bi güzel konuşmuştu.
Demek, bir lideri savunmak için onunla aynı mana ikliminde yıkanmak veya gönüldaş olmak yeterli değildi.
Sonradan daha iyi anladım bunu.
Özellikle de Sayın Erdoğan sayesinde bakanlıklar, başkanlıklar elde edenlerin makam mevkilerini kaybedince nasıl sinsi "muhalifler" haline geldiğini görünce!
Mal mülk / makam mevki peşinde birbirini çiğneyen muhafazakar şebeleklere, müfterilere, mürailere, fırıldaklara muttali olunca da sosyalist dostumuzun "muhalifliği" bana en azından "dürüst" gelmişti.
Yazık ki, "muhalifliği" zamanla nefrete dönüştü.
Özgür düşünceyi kemiren, akıl izan bırakmayan bir nefret bu!..
Söz konusu yazısında, Timur Selçuk da nasibini almış. O kadar ki "sevgi arsızı" ve "korkuya esir düşmüş" demekle yetinmemiş, intihar ettiğine hükmetmiş.
İntiharına sebep mi?
Hülasa edecek olursak, İslam ile Atatürkçülüğü çatıştırmaya karşı çıkıp, solun yurdum insanıyla kurduğu ilişkiyi sağlıksız bulmasından ibaret.
Korkuya esir düştüğünü ihsas ettiği Timur Selçuk'un 28 Şubat sürecinde de aynı şeyleri söylediğinden haberi yok.
Diyor ki: "Sabah denen yandaş basın bülteni bir bir avlıyor sevilen, sayılan sanatçıları."
Üslup bu!
Burada "avcı" bizim Tuba Kalçık oluyor.
"Siyasal İslamcı mecra" dediği Sabah'ın köşe yazarı Hıncal Uluç da (o söyleşiden sitayişle bahsettiğine göre) "avcı övücüsü" demek ki.
Hayır, solcu dostumuza gülmedim, üzüldüm sadece.
Erdoğan nefretinin bünyede yaptığı hasar bu! Dilim söylemeye varmıyor ama bildiğiniz meczupluk seviyesi işte.
Aynı yazısında, "Fazıl Say keşke saraylı olmasa..." dediğine göre nefret sırasında Fazıl Say var.
Solcu dostumuzun nefreti kadar sevgisi de ölçüsüz.
Evren Paşa'nın 12 Eylül faşist darbesinin savcısı olan babasıyla övünen Tunç Soyer'i de yere göğe sığdıramamış.
Soyer'den, "İzmir'i Mustafa Kemal tacirlerinden, popülizmden kurtarmasını" umuyor ve bekliyor.
"Mustafa Kemal tacirleri" dediği 2 bin 500 TL'lik kitabını kıyasıya eleştirdiği
Yılmaz Özdil ve İzmir'e yerleşen sevgili Uğur Dündar.
İyi de onlar da Tunç Soyer'i beklemiyor muydu yahu?