12 Eylül öncesinin ufunet dolu günlerinden birinde "ülkücü" bir arkadaşımla Maraş Caddesi boyunca volta atarken birdenbire arka sokaklardan çıkıp gelen bir grup "komünistin" saldırısına uğramıştık.
İçlerinden biri, "Tonyalıya dokunmayın!" deyince beni bırakıp hepsi birden "ellerindeki sopalarla "ülkücü" arkadaşıma "yoğunlaştı."
Hemen ardından "polis" sesi duyulunca arkadaşım ellerinden sıvıştı, onlar da haliyle kaçtı.
Ben de tek başıma peşlerine düştüm.
Derneklerine girdiklerini görünce de "hesap sormak" için arkalarından girdim.
Ben mi?
Henüz Trabzon Lisesi'ndeydim, 17 yaşımda.
Mirzabeyoğlu'nun çıkardığı Gölge dergisinin Ortahisar'daki temsilciliğinde Turgut Balık, Ali Öztürk, Namık, Robot ve Ahmet Karabıyık gibi abilerle "takılan" Büyük Doğuculardık.
Irkçılığın veya kavmiyetçiliğin "ne idüğünü" Necip Fazıl'dan öğrenmiştik:
Köpeklerin birbirlerini tanıyabilmeleri için kuyruk altlarını koklamaları gibi bir şey...
Mesele, "mefkûre sahibi" olmaktı.
"Türk'ün ruh kökü" meselesi yani.
Ruh kökü mefluç hale gelmişse, "Cem Özdemir" gibi bir şeye dönüşmenin kaçınılmaz olduğunu tee o yıllardan fehmetmiştik...
Neyse uzatmayayım, derneklerine girdiğimi fark etmemişlerdi.
Neden sonra karşılarında beni gördüklerinde, "manyak mısın, ne işin var burda" dercesine müthiş bir şaşkınlıkla yüzüme baktıklarını dün gibi hatırlıyorum.
"Siz benim arkadaşıma nasıl saldırırsınız," dedim.
"Tonyalıya dokunmayın!" diyerek beni koruyan (galiba adı Nadir'di) "arkadaş" sözümü keserek, "Senin ne işin var o faşistin yanında!" dedi.
"O faşist değil, ülkücü," dedim, "kaldı ki ister faşist olsun ister komünist benim arkadaşıma kimse dokunamaz." (Çocukluk işte, aklım sıra "racon" kesiyorum... İsteseler oracıkta beni "linç" ederlerdi.)
Çok geçmeden odalardan biri açıldı, hepsi o yöne döndü. Cüsseli, heybetli, babam yaşında bir adam çıkıp geldi.
Sevdim seni delikanlı diye söze başlayarak (müthiş tok sesiyle) uzun bir diskur çekti.
Benim aklım bıyıklarında kaldı.
Hey kurban olduğum Allah bu adamın üst dudağından geçtim, alt dudağı nerde? Ağzı hepten yok olmuş. Konuşuyor ama sadece bıyıkları oynuyor...
Sözünü "Kahrolsun ABD emperyalizmi" diyerek bitirdi.
Öyle inanarak, öyle etkileyici söylemişti ki o an ABD gözümde kahrolmuş kadar olmuştu.
Ne zaman ABD ile sorun yaşasak veya yeryüzünde hangi mazlum halka ABD musallat olsa bu sözü, bu vurguyu, bu edayı anarım.
Yazık ki bu sesler artık duyulmaz oldu.
Kimi 12 Eylül faşizminin gadrine uğradı, kimi Fetullah'ın gönüllü kapatması oldu, kimi "akepe'yi demokrasi dışı yollarla" alaşağı etmeye kendini atadı, kimi dolar yükseldiğinde adeta orgazm oldu, kimi ABD bayrağı altında "gerillacılık" oynuyor...
Kiminin de hakkını yemeyelim, sesi duyulmuyor.
Sesi duyulan mı?
ABD'nin iki bakanımıza yaptırım kararı almasına "gol" diye sevinç narası atıyor...
ABD'ye aslanlar gibi kükreyen Bahçeli'ye "faşist" diyeceksin, ABD'ye kuyruk sallayan bu soytarılara "solcu / devrimci," he mi?
Hadi ordan lan.