Rahmetli Bülent Ecevit, "Kin insan yüreğinde yüktür" derdi ama hayatının sonuna kadar yüreğinde o yükü taşıdı.
1970'lerin başından 2000'lere kadar CHP'nin ve ardılı partilerin "Siyaseten katl" mezarlıkları Ecevit'in kininin ve intikamının kurbanlarıyla doldu taştı.
***
Çünkü kini yüreğinden atmak, her insanın özümseyebileceği bir irade değil.
Çünkü hata yapmak beşeri bir kusur, bağışlamak ise ilahi bir erdemdir.
***
Nelson Mandela işte o ilahi erdeme ulaşabilen sayılı insanlardan biri oldu.
Hatta birincisi bile diyebiliriz.
Zira o, çağımızın en önemli düşünürlerinden Jacques Derrida'nın ifadesiyle,
"Asla bağışlanamayacak olanı bağışladı".
Sadece bağışlamakla kalmadı, tümüyle sildi, unuttu.
Her faninin altından kalkabileceği bir iş, her faninin ulaşabileceği bir ilahilik değil.
***
Nasıl başardı?
Cevabını veya sırrının ipuçlarını çeşitli mülakatlarında, otobiyografisinde verdi. Birazını aktarayım:
"Ben özgürlüğe aç olarak doğmadım, çünkü özgür olarak dünyaya geldim. Annemin kulübesinin hemen yakınındaki tarlalarda koşmakta, köyümden geçen berrak derede dilediğimce kulaç atmakta, gece yıldızların altında mısır patlatmakta, ağır aksak yürüyen öküzlerin sırtına binmekte alabildiğine özgürdüm. Çocukluğumun özgürlüğünün sanal olduğunu, gerçek özgürlüğün daha doğarken elimden alındığını kavradığım andan itibaren her şey değişti: Gerçek özgürlüğün açlığını duymaya başladım..."
İşte o gerçek özgürlüğe erişme savaşı onu yüceltti.
Ama
gerçek özgürlüğe kavuşmak, onun için, başkalarının gerçek özgürlüğünü ellerinden almak değildi. Asla.
"Ben sadece Beyazlar'ın değil, Siyahlar'ın dayatmalarına karşı da mücadele ettim" derken bu farkını anlatmaya çalışıyordu.
***
Evet, nasıl başardı?
Yine kendi cümlesiyle yanıtlayayım: "Ezilen kadar ezenin de özgürleştirilmesi, kurtarılması gerektiğinin bilincindeydim..."
***
Dünyamızdan sadece bir özgürlük savaşçısı, Jacques Derrida'nın tanımıyla "Uçsuz bucaksız bir insan" değil, onların da ötesinde, onların da üstünde bir ermiş geçti.