Her geçen gün daha da büyük kitlelerin sokağa döküldüğü (Perşembe gecesi Facebook'tan yapılan çağrıyla 30 kentte 1 milyonu aşkın kişi protesto gösterisi düzenledi) Brezilya'daki toplumsal patlamaya ilişkin okuduğum sayısız analiz ve yorumdan biri özellikle dikkatimi çekti.
Özetle şöyle:
"Brezilyalılar'ın öfkesi sadece kamu hizmetlerinin yetersizliğine, altyapının çökmesine, hayat pahalılığına, yolsuzluğa değil. Bunlar sadece fonu oluşturuyor.
Asıl neden kentlerin giderek insan karşıtı, hatta insana düşman yerlere dönüşmeleri. Buna ister 'Gentryfication' (Not: Kentin soylulaştırılması, yani yoksul mahallelerin yıkılıp lüks rezidansların inşa edilmesi), ister 'Seçkinleştirme', ister 'Hijyenikleştirme' deyin; kentler arabaların önceliğe sahip olduğu, inşaat sektörünün zenginleştiği, yoksulların evlerinden kovulduğu merkezler haline geliyor. Daha doğrusu getiriliyor. Bu değişim insanları boğuyor, soluksuz bırakıyor ve Brezilya'nın en büyük mahkemesi olan sokaklara döküyor.
Sokağa inince de herhangi bir neden yetiyor öfkenin patlamasına.
Bu neden bazen toplu ulaşım zammı oluyor, bazen dönüşüm için evinden zorla çıkarılma, bazen de ağaçların kesilmesi.
İşin özü şu: İnsanlar kentte yaşama hakkı için eylem yapıyorlar."
***
Aslında bu analiz İstanbul'daki değişimle de neredeyse bire bir örtüşüyor.
Üç gün önce "Alışveriş Merkezi Yatırımcıları Derneği" (AYD) yöneticileri ziyaretime geldi. Gezi Parkı olayları sırasında imajlarının zedelenmesinden yakındılar. "Biraz da kabahat sizde" dedim, "İstanbul bu kadar AVM ile doldurulur mu?"
Sonra örnek verdim: "E-5 yolu üstünde, sadece Sefaköy'den Hadımköy'e kadar olan 15-16 kilometrelik kesitte kaç AVM var, biliyor musunuz?"
İç çekerek yanıtladılar: "Bilmez miyiz hiç... 56 tane. Halen inşaatı devam edenler hariç..."
***
16 yıldır Bahçeşehir'de oturuyorum.
İlk yıllar gidip-gelmek büyük bir keyifti.
Bağcılar'ı geçince yemyeşil çevre, düzgün yollar, rahat trafik...
Şimdi her gün iki kez yaptığım o zorunlu yolculuk bir karabasana döndü. Belediye'nin yol kenarlarına diktiği ağaçlar ve kaplattığı çimler dışında sıfır yeşil alan, her yaz yapılan bakıma rağmen çatlamış yollar ve tek kelimeyle korkunç bir trafik.
Eskiden Ispartakule'deki uçsuz bucaksız yeşillikte sincaplar, tilkiler cirit atardı. Orası şimdi akıl almaz bir apartman ormanı haline geldi.
Hepsinden vazgeçtim...
Acaba bu kentin hiçbir yetkilisinin yolu düşmüyor mu TEM'e?
Bağcılar ile Mahmutbey arasında yükselen heyulayı görmüyor mu?
Yine aynı güzergâhta geniş ve alabildiğine yüksek bir alana yayılan AVM kompleksinden de mi haberleri yok?
İkisi de insanın üstüne üstüne geliyor.
İkisinde de insan kendini cüce, değersiz, figüran hissediyor.
***
Ne diyor yukarıda bir bölümünü aktardığım Brezilya analizinde: "İnsanların kentte yaşama hakkı..." Var mı?