SABAH'TAN MEKTUP
Ben bu satırları yazarken Atina'da Yunan Radyo Televizyonu (ERT) çalışanlarının korsan yayın eylemi ilk haftasını doldurmak üzereydi. Ve dışarıda onlara destek veren onbinlerce Atinalı protesto gösterilerini kesintisiz sürdürüyordu.
Ben bu satırları yazarken İspanya'da 30'u aşkın kentte protesto yürüyüşleri yapılıyordu. Yüzbinlerce İspanyol kemer sıkma politikalarına öfkesini haykırıyordu. Dile kolay; İspanya'da genel işsizlik yüzde 27'nin üstünde, 25 yaş altı gençlerde ise yüzde 56.4.
Ben bu satırları yazarken Sao Paulo'da gökyüzüne güvenlik güçlerinin binlerce göstericiye püskürttüğü gözyaşartıcı bombaların sisi yükseliyordu. Ve kenti keskin bir gaz kokusu sarıyordu. Çatışmanın nedeni: Halkın toplu taşıma ücretlerine yapılan zammı protesto etmesi ve güvenlik güçlerinin gösteriyi dağıtmaya kalkması.
Siz bu satırları okurken İngiltere'de binlerce, belki onbinlerce kişi yürüyecek. "G-8" zirvesini protesto için.
***
Her gün dünyanın bir yerinde kitleler sokağa dökülüyor. Çünkü "Huzursuzluk Çağı"na girdik.
İşsizlik veya işsiz kalma korkusu, gelecek belirsizliği insanların uykularını kaçırıyor.
Çevre sorunları, küresel ısınma, yarın kaygıları sinir uçlarına dokunuyor.
İletişimdeki müthiş imkânlar ve araçlar da kitlelere ışık hızıyla gerilim yüklüyor. Ve o gerilimin kontrolden çıkması için bir kıvılcım yetiyor.
Doktorlardan gazetecilere kadar birçok meslek grubunun "Sınır Tanımayan" uluslar arası oluşumları vardı. Bunlara bir de "Sınır tanımayan eylemciler" eklendi.
Böyle bir çağdayız.
***
Ben bu satırları yazarken ağzımda pas, içimde hüzün vardı. Keşke Gezi eylemleri bu noktaya gelmeseydi hüznü. Keşke Başbakan Erdoğan'ın eylemcilerin temsilcileriyle vardığı "Dostane çözüm" sonrası çadırlar kaldırılsa, park boşaltılsaydı ve yargının kararı beklenseydi hüznü.
Gezi eylemlerinden herkes, her kuruluş bir şekilde yara aldı.
Tek dileğim olabilir: Bu yaralar hızla kapansın, hızla kapatılabilsin. Kronik acıya dönüşmeden. Travmalara yol açmadan.
Sağlıklı ve huzurlu bir hafta dileğimle...