BİR KUŞ ÖYKÜSÜ / 1
Biliyorum; bu yazıyla Platon'un Devlet'in 7'nci kitabında anlattığı ve Sokrat'a dayandırdığı "Mağara alegorisi"ne gönderme yaptığımı düşünenler çıkacak.
İnanın öyle bir niyetim yok. Sadece özel bir duygumu ve anımı paylaşmak istedim; hepsi bu.
***
Benim iki cennet papağanım vardı. Onları kafeste gördükçe daralırdım. Piyasadaki en büyük kafesi bulup, rahat ettirmeye çalışmama rağmen.
"Kuşlar uçma yeteneklerini yitirecekler. Kanatları körelecek, bellekleri uçmayı unutacak" diye dertlenirdim.
Eşim de ertesi sabah veterinere koşardı, yüreğimi daraltan sorulara bir yanıt bulabilmek için.
Veteriner yatıştırırdı: "Bakın han'fendi, çocuklarınızın kendi evlerine çıkmalarından sonra karı-koca kaldınız. Eviniz ne kadar büyük geliyor değil mi? İşte bu kafes de iki minnacık cennet papağanı için Dolmabahçe Sarayı kadar büyük sayılır."
Akşam iş dönüşü, eşim veterinere kim bilir kaçıncı kez sordurduğum, onun da kim bilir kaçıncı kez güçlü ve mantıklı veriler ve gerekçelerle desteklediği yanıtını aktarırdı.
Ama yine de yüreğim genişlemezdi, oksijene doymazdı.
Arasıra, sabahları işe giderken eşime rica ederdim: "Şunları odalardan birinde kafeslerinden sal. Kapıyı kapat ki eve dağılmasınlar..."
Eşim beni rahatlatmak için işten dönünceye kadar onları odada başlarına buyruk bırakırdı. Dönüşte sorardım: "Uçtular mı?"
Gülerdi: "Birkaç kez perdelere tırmandılar. Sonra yeniden kafese girdiler."
Telaşlanırdım: "Bak işte... Uçmayı unutuyorlar, kanatları köreliyor..."
Ertesi sabah haydi yine veterinere...
Akşama yeni bir bilimsel yanıt: "Eşinize söyleyin, bu kuşlar pet shop'ta doğdu. Siz alıncaya kadar pet-shop'un onlarca kuşla paylaştıkları sıkış-tepiş kafeslerinde büyüdü. O nedenle iki kuş için sizin kafesiniz dünya kadar genişlik, evren kadar sonsuzluk demek."
Ama içimden küçük bir ses gönül veya bam telime basardı: "Demir parmaklıklarla çevrili bir mekan, ufukları bile altedecek kadar sonsuz bir dünya olabilir mi?"
***
Neyse... Her yaz başında olduğu gibi aile, İstanbul'dan Çeşme'ye gitmek için kervanı düzmeye başladı.
Aileden kastım, ben, eşim, küçük köpeğim (Not: Büyüğünü geçen şubatta yitirdik. 19 yaşındaydı.), iki cennet papağanım.
Ben İstanbul'da kalıyorum, onlar yazlığa gidiyorlar. Kara yoluyla. Ağır ağır. Yavaş yavaş. Neredeyse 12 saatte.
İki-üç günde valizler toplandı. Sonunda eşim, "Hazırız. Ben de, Lili de (Not: Küçük köpeğimiz), papağanlar da..." tekmili verdi. "Sabah yola çıkarsınız" dedim.
Gerisi yarın...