Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

32 ay sonra

Senelerce, senelerce evveldi... Hayır efendim, konumuz Edgar Allan Poe'nun "Annabel Lee" şiiri değil; eski bir yazım.
31 Ağustos 2010'da bu köşede "BDP'den yanıt var" başlıklı bir yazı yayınlandı. Konusu: BDP sözcülerinin o dönemdeki çıkışları.
Örneğin, Eşbaşkan Selahattin Demirtaş "Kendimizi kendi meclislerimizde kendimiz yöneteceğiz" demişti, öbür Eşbaşkan Gültan Kışanak ise "Kendi anayasamızı kendimiz yapacağız" diye meydan okumuştu.
O dönemde BDP Parti Meclisi Üyesi olan Lokman Ergün işte bu çıkışları değerlendiren bir yazıma yanıt yollamıştı: "Kışanak'ın 'Kendi anayasamızı kendimiz yapacağız' cümlesi şimdiye kadar yapılan anayasalarda hiçbir şekilde yer almayan Kürtler'in, yapılacak yeni bir anayasaya katılım isteğini ifade ediyor olmasın? Kendini yönetmek ise, sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, kendilerini ve kültürlerini koruyabilecekleri, geliştirebilecekleri bir yapıda, eşit yurttaş olma istekleridir."
Ergün'ün yanıtlarına yer verdiğim 31 Ağustos tarihli yazımı,
"BDP'nin talepleri bunlarsa, zerrece sorun yok. Yürekten destekleriz" diye noktalamıştım.

***

Aradan 32 ay geçti. Lokman Ergün'den bir mail daha geldi: "Sevinerek görüyorum ki, o mektupta dile getirdiğim ve sizin de desteklediğiniz görüşler üzerinde ciddi bir mutabakat oluşmuş durumda. O gün o görüşleri savunmak, benim için de, sizin için de çok kolay değildi. Kürt sorununu hiçbir zaman, Türkiye parantezi dışında ele alınacak bir sorun olarak görmedim.
Kürt sorunu Türkiye'nin genel ve tarihten gelen, sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlarının kendi alanında dışa vurmuş yakıcı bir sonucudur.
Çözümü de, bu bağlamda ele alınmak zorundadır.
Şimdi, Ortadoğu'daki gelişmeler, Türkiye'nin yeni ufku ve 30 yıllık savaşın, bu savaştan 'gerçekten zarar görenlerde' oluşturduğu ortak akıl, yeni bir gelecek umuduyla bir kapı açmış durumda. 'Gerçekten zarar görenler' kısmını tırnak içine alma ihtiyacı duydum, çünkü, toplumun çektiği acılara sağırlaşmış ve toplumun umut bağladığı gelecekte kendilerini görmeyenler, kraldan çok kralcı kesilerek, savaşın devamını istiyorlar.
Hakkı Devrim'in Kürt sorunuyla ilgili çok şefkatli bir tanımını hatırlıyorum.
'Kürt sorunu aile içi bir kavgadır' demişti.
İkinci üniversitesini okurken dağa çıkıp hayatını kaybetmiş bir ağabeyin kardeşi ve 17 yaşında günlerce işkencede kalmış bir Kürt olarak, hep 'Aile içi kavga' olarak gördüm bu sorunu.
Dolayısıyla, çok anıya, çok kırgınlığa, çok dinamiğe sahip, ama aynı zamanda çok ortak noktaya, çok gönül birlikteliğine sahip çetrefil bir konudan söz ediyoruz. Sorunun sebeplerine ve kökenlerine indikçe içinden çıkılmaz hal alacağını biliyorum. Önemli olanın, çözüm iradesi ve birbirimizi bağışlamak olduğunu düşünüyorum.
O mektupta, ısrarla 'biz' kavramından söz etmiş, siz de yazınızda mektubun o yönünün altını çizmiştiniz. Şimdi mutlulukla, çözüme dair her şeyin, 'biz' sözcüğünün içinde olduğunun anlaşıldığını görüyorum.
1989' da 17 yaşındayken, 9 gün boyunca vücuduma elektrik vererek, askıya alarak, üzerime basınçlı su tutarak ve tekmeleyerek bana işkence edenleri, şimdi 14 yaşında olan kızımın geleceğinin umudu hatırına, içtenlikle affediyorum.
Mezarının yerini bilmediğim, hatta bir mezarı olup olmadığından bile emin olmadığım ağabeyimin mezarının, bu savaşta yaşamını yitirmiş bütün Türk ve Kürt gençlerinin mezarları olduğunu kabul ediyorum.
Ve umuyorum ki, 'biz' sözcüğünü, birlikte yaratacağımız nice güzel şeyle doldururuz."
Evet... Gerçekten de önemli olan "Çözüm iradesi ve birbirimizi bağışlamak"; gerisi teferruat...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA