Demokrasinin evrensel ilkeleri bugün bile anlaşılmış değil. Ve demokrasi küreselleştikçe çatışmalar da arttı. (Afganistan Devlet Başkanı Hamit Karzai)
Demokrasi dünyada iyi ve geçerli olan tek yönetim biçimidir. Peki demokrasiyle sorunlarımız çözüldü mü, mutluluğa ulaşabildik mi? Ne yazık ki hayır. (İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad)
İlkeleri, evrensel değerleri ile demokrasi güvenli bir liman. Ama bir ülkeye, bir halka dışarıdan dayatılınca, o halk tarihinden ve kültüründen koparılınca, demokrasi bir felakete dönüşüyor. (Doğu Timor Başbakanı Xanana Gusmao)
Demokrasi, etkin ve adil olmalı. Sadece ulusal sınırlar içinde değil, uluslararası düzeyde de demokrasiye ihtiyaç var. Demokratik idealler ile küresel düzen arasındaki ilişkiyi sorgulamalıyız. (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan)
***
Bali Demokrasi Forumu'nda kürsüye çıkan devlet ve hükümet başkanlarının her biri demokrasinin tanımını farklı bir perspektiften yapmaya çalıştı. Sadece bir noktada görüş birliğine varabildiler:
Demokrasi küreselleştikçe demokrasi olmaktan çıkıyor.
Hiç de haksız değiller.
***
Demokrasi, Atina'da M.Ö. 6'ncı yüzyılda oligarşiye, Yakın Çağ Avrupa'sında ise monarşiye tepki veya alternatif olarak ortaya çıktı.
"Demos" ve "Kratos" sözcüklerinden oluşan bir kavram bu. "Demos" halk demek, "Kratos" ise iktidar. Yani demokrasi; halk yönetimi veya halk iktidarı anlamına geliyor. Daha doğrusu geliyordu.
Çünkü halkın yasaları bizzat yaptığı, önemli kararları bizzat verdiği, böylece iktidarı elinde tuttuğu "Doğrudan demokrasi", sadece Antik Atina'da uygulanabildi.
Sonra da Atina ile birlikte çöktü, gitti, tarihe karıştı.
Yakın Çağ'da demokrasi küllerinden doğarken,
o dönemin en geçerli tanımını ABD Başkanı Abraham Lincoln yaptı: "Halkın halk için halk tarafından yönetimi." Ama bu tanım "Halk iktidarı" anlamına gelmiyordu. Halkın iktidar yetkisini seçtiği temsilcilere devretmesi veya onların eliyle kullanması sistemine dönüşmüştü demokrasi.
Sitelerden devletlere geçince doğrusu pek başka bir çözüm de yoktu.
Ancak iktidar yetkisinin halktan halkın temsilcilerine geçmesi, beraberinde gizli bir oligarşiyi de doğurdu: Siyasal partiler. Özellikle de ana akım siyasal partiler.
***
Sonra Doğu bloku yıkıldı, küreselleşme süreci başladı ve "Dünyanın efendileri", demokrasinin tüm gezegenimiz için tek yönetim sistemi olduğuna veya olması gerektiğine karar verdiler.
O efendiler devlet içinde devlete dönüşmüş ya da yeni oligarşiyi veya aristokrasi sınıfını yaratmış finans devleriydi. Ve iktidarı kendilerinin uygun gördüğü siyasiler eliyle kullanıyorlardı.
"Madem demokrasi dünyada tek geçerli sistem olacak, o halde başka sistemlerle yönetilen ülkelere de demokrasi götürülmeli..." İşte bu buyruk, "Yeni küresel düzen"in kapılarını ardına kadar açtı. Renkli-çiçekli devrimlerle, silahlı müdahalelerle, işgallerle, direnenlerin ezilmesiyle demokrasi ihracı başladı.
Ama bir yandan da demokrasiyi ihraç edenler demokrasiden uzaklaştılar. ABD'de Wall Street'in oyuncağı veya onay verdiği iki adaydan biri Beyaz Saray'a oturuyor. Bu demokrasi mi?
Avrupa'da Brüksel bürokratları kafalarına göre yasa çıkarıyor, halkın yaşamını birebir ilgilendiren kararlar alıyorlar. Kimseye danışmadan.
Bu demokrasi mi?
Uluslararası sistem ayrı bir âlem. 5 ülke BM'nin geri kalan 189 ülkesine istediği dayatmada bulunabiliyor. Bu demokrasi mi?
***
Evet, İngiltere Başbakanı Sir Winston Churchill'in dediği gibi,
"Demokrasi, rejimlerin en az berbat olanı." Ve daha iyisi bulunamadığına, bulunamayacağına göre, tüm ülkeler, tüm halklar için ideal bir rejim.
Ama bu ideali benimsetmek için önce demokrasinin tanımında uzlaşma sağlanması şart. Yoksa körün fil tarifine benzer bir durumla karşı karşıya kalırız. Tıpkı Bali Demokrasi Forumu'nda olduğu gibi.
Ah; tabii bir de dünyaya demokrasi dayatmaya kalkanların önce kendilerinin demokrat olmaları gerekiyor. Mümkün mü? İnanıyor musunuz?