Hem zor bir dönemden geçiyoruz, hem de bir kısırdöngünün pençesinde çırpınıp duruyoruz. Türkiye olarak da, Türkiye'ye ayna tutan medya olarak da.
Hepimizin birer "Piksel"ini oluşturduğumuz tabloya bakınca, ister istemez Anatole France'ın "Tanrılar Susamışlardı" romanını anımsıyor ve ürperiyorum.
Ne demek istediğimi anlatabilmek için gazetede herhangi bir günümü, örneğin dünü özetleyeyim.
Sabah geldim. Geceden Şemdinli'de 4 şehidimiz vardı ve onların cenazeleri memleketlerine gönderiliyordu.
Ajans, 4 şehidin evinden izlenimler aktarmaya başladı. Kim bilir kaç yüzüncü kez aynı başlıkları kullanarak: "Şehidimizin evinde yas var...", "Şehidimizin evine hüzün çöktü..."
Sonra Afyonkarahisar'daki cephanelikteki patlamada şehit olan 24 Mehmetçiğin cenazelerinin Ankara'dan memleketlerine gönderilmelerine ilişkin haberler sıraya girdi: Çorum, Konya, Samsun, Trabzon, Aksaray, Ankara, İstanbul, Eskişehir, Kırıkkale, Adana, Zonguldak, Kastamonu... Liste uzayıp gidiyordu.
Daha sonra 24 şehidin her birinin cenaze töreni haberleri ...
O vedaların yüreklerimizde ve belleklerimizde açtığı derin acı uçurumları ile boğuşurken, Bingöl'den kara haber geldi: 8 polis şehit, 9 yaralı...
Arada Şemdinli'de 20, Ağrı'da 2 teröristin "Etkisiz duruma getirildiği"ne ilişkin haberler. Şemdinli'den bir bilgi notu eşliğinde: Son 10 günde öldürülen PKK'lı sayısı 123'e ulaştı.