İnsanda sanki Taş Devri, hatta Buzul Çağı kadar uzaklarda kalmış duygusu uyandırıyor ama topu topu yarım yüzyıl önceydi. 1950'lerden, 60'lardan söz ediyorum.
İkinci Dünya Savaşı ve onun artçı şokları olan Kore Savaşı bitmiş, Vietnam Savaşı henüz başlamamıştı.
Çin uyuyordu, Hindistan horluyordu.
"Dehşet Dengesi", Soğuk Savaş'ın rayından çıkmasını önleyen garanti işlevi görüyordu.
Sadece "Dehşet Dengesi" değil, Duvar'ın iki tarafındaki sağduyulu liderler de güvenceydi:
Eisenhower, sonra Kennedy, General de Gaulle, Churchill, Tito, Kruşçev, sonra Brejnev, Mao, Celal Bayar, İsmet İnönü... AIDS'in olmadığı, kanserin patlamadığı, ekonominin finansal şeytanlara teslim edilmediği yıllardı...
Terörün bilinmediği, "Medeniyetler Çatışması" senaryolarının yazılmadığı, insanların mutlu olduğu bir dönemdi...
***
Televizyon siyah-beyazdı, sinema filmleri ise renkli.
O renkli filmlerde Hollywood yıldızlarının dünyaya pompaladığı renkli düşlere dalardık.
Ingrid Bergman, Audrey Hepburn, Jane Mansfield, Ava Gardner, Elisabeth Taylor, elbette Marilyn Monroe ve de Grace Kelly...
Bazı kadınlar sevişmek arzusu uyandırır, bazıları sevmek, bazıları da omzuna yaslanmak...
Grace Kelly bence üçüncü kategoriye giriyordu. O dönemin ABD'si kadar güven ve huzur veriyordu.
Filmlerinin hangi birini sayayım ki...
Gary Cooper ile başrollerini paylaştığı "Kahraman Şerif", Clark Gable ve Ava Gardner ile oynadığı "Mogambo", Bing Crosby ve William Holden'le oynadığı "Taşralı Kız", Alec Guiness'le oynadığı "The Swan", Bing Crosby ve Frank Sinatra ile oynadığı "Yüksek Sosyete"...
Ama ille de onu Beyaz Perde'nin zirvesine oturtan Alfred Hitchcock filmleri... "Cinayet Var", "Taşralı Kız", "Hırsızlar Kralı".
Sonuncusu, yani Cary Grant ile oynadıkları "Hırsızlar Kralı", Nice ile Monako arasındaki denize paralel, sarp, başdöndürücü ve virajlarla dolu dağ yolunda çekilmişti. 1955'te.
Fransızlar'ın "Korniş" dedikleri o yolu görür görmez büyülenmiş, Cary Grant'in kullandığı üstü açık arabayla virajları dönerken haykırmıştı:
"Tanrım, dünyada buradan daha güzel bir yer olabilir mi..."
"Hırsızlar Kralı"nın setine bir konuk gelmişti: 32 yaşındaki Monako Prensi III. Rainer. Birbirlerine ısınmışlardı. Kim bilir belki de hoşlanmışlardı. Ama o kadar.
Ertesi yıl, Cannes Film Festivali'nde yeniden buluşmuşlardı. "Benimle evlenir misin" diye fısıldamıştı Prens.
Ve 18 Nisan 1956'da dünya tarihinde televizyondan naklen yayınlanan ilk düğünle evlenmişlerdi. Gelinliği "Metro Goldwyn Mayer" şirketinin armağanıydı: 46 metre tafta, 90 metre tül, 230 metre dantel...
30 milyon kişinin ekran önünde canlı izlediği düğünle Grace, resmen Monaco Prensesi unvanını almıştı.
***
Prenses Grace, Monako tahtına üç çocuk verdi: Caroline, Albert, Stephanie. İki prenses ve bir prens.
Yıllar geçti aradan, çocuklar büyüdü... Grace bir sonbahar günü kızı Stephanie ile birlikte Nice-Monako arasındaki o bayıldığı "Korniş"te arabasıyla giderken, bir virajda hiç kuşkusuz ani bir fenalaşmanın yol açtığı trafik kazasında hayatını kaybetti.
Tarih: 14 Eylül 1982. Yani, 30 yıl önce dün.
Kaderin ürperten rastlantısı: Grace'in cenaze törenine katılanlar arasında, onun gibi onlarca kanalın canlı yayınladığı, bir milyar kişinin izlediği "Yılın düğünü" ile dünya evine giren Prenses Diana da vardı.
Ve o da Grace gibi feci bir trafik kazasında can verecekti. Paris'te. Tarih: 31 Ağustos 1997.
Vay canına... Diana'nın ölümünün üstünden 15 yıl, Grace'in ise 30 yıl geçmiş...
Sanki Taş Devri kadar, Buzul Çağı kadar uzak...