Ben Prof. Dr. İsmet Turanlı'yı çok takdir eder ve sayarım. Hem Kürt (Baba tarafı), hem Türk (Anne tarafı) olması sayesinde iki tarafla da empati kurabildiği için, Türkiye'nin en değerli yıllarını gasp eden sorunun çözümüne ilişkin önerilerinin pek çoğu gerçekçidir. Onun iki taraf açısından da kabul edilebilir olan önerilerinden zaman zaman alıntı yaparım.
Prof. Dr. İsmet Turanlı aynı zamanda Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli kadın ve doğum uzmanlarından biri. Almanya'da klinik açan ilk Türk doktor. Kurduğu tüp bebek merkezinde Türkiye'ye ilk tüp bebeği de armağan edem bilim insanı.
Gündemimize bağdaş kuran kürtaj ve sezaryen tartışmalarına 60 yılı aşkın hekimliği olan ve binlerce doğum gerçekleştiren Turanlı'dan daha iyi bilimsel ve tıbbi mercek tutan olabilir mi?
O nedenle Turanlı'nın bana gönderdiği iletiyi kamuoyuyla paylaşmanın son derece yararlı olacağını düşünüyorum. Buyurun, Doktor'un "Kürtaj mı, sezaryen mi" başlıklı hayli uzun değerlendirmesi... Bugün sezaryenle, yarın da kürtajla ilgili bölümünü aktaracağım.
***
"İhtisas imtihanım için hazırladığım tezin konusu sezaryen ameliyatıydı. O senelerde Türkiye'de sezaryenle doğum nispeti yüzde 4, Almanya'da yüzde 7, ABD ve İngiltere'de yüzde 11'di. Bu neticeleri hocama gösterdiğimde bana dedi ki; 'ABD'de sezaryenli kadınlarda ölüm oranı yüzde sıfır (sene 1959). Çünkü orada anestezi tekniği gelişti, antibiyotikler çeşitlendi, kan nakli imkânları genişledi...' Türkiye'de biz hâlâ eter narkozu yapıyorduk, antibiyotiklerin çeşidi azdı ve ben bir kanamalı hastaya kan nakli yaptığım için maaşsız (gönüllü) çalıştığım Ankara Üniversitesi kadın-doğum kliniğinde bir şişe kanın masrafını ödemek zorunda kalmıştım. Sezaryen oranı yüzde 4'tü fakat anne ölümleri oldukça yüksekti. Bu yüzden hekimler sezaryen yapmaktan çekiniyorlardı.
Bir başka sebep de, sezaryen tekniğinin komplikasyonlara yol açması oluyordu. Rahim uzunlamasına kesiliyordu çocuk çıkarılırken. Oraya konan dikişlerin nedbesi (izleri) bir sonraki doğumda rahmin çatlamasına (Rüptür) sebep olabiliyordu. Ben şahsen bir rüptürü gece yarısı zamanında teşhis etmiş, süratli müdahale ile anneyi de, çocuğu da kurtarmıştım. Mesleğimde gururlu bir günüm olmuştu. Şimdi teknik değişti. Rahmin alt bölgesinde adale kesilmeden pencere yatay olarak açılıyor, oraya dikiş dahi konulmuyor. Rüptür tehlikesi de kalmıyor.
Kısa bir süre önce yemek yemiş hastalara sezaryen uygulamak icap ettiğinde mideye lastik boru sokarak narkoz yapılırsa hastaların kusarak aspirasyon pnömonisinden (Not: Mideden gelen maddelerin akciğere kaçması) öldüklerini biliyorduk. Bu komplikasyonu önlemek için ucunda balon olan bir mide sondası geliştirdik. Narkoza başlamadan önce bu sondayı hastaya yutturup, balonu şişirerek midenin giriş bölümünü (Cardia) tıkayarak, kusmayı ve kusmuğun akciğerlere gitmesini önlüyorduk (Sene 1960). Bu çalışmamızı Alman jinekoloji kongresinde duyurduk ve GEBFRA (Geburtshilfe ve Frauenheilkunde) dergisinde yayınladık.
Mesleğini para kazanmak için kullananlar maalesef kolaya kaçıp sezaryeni lüzumsuz yere sık sık yapıyorlar. Çok zengin, genç ve çok güzel bir hastamıza maddi düşüncelerle o zamanki şefim sezaryen yapmamızı uygun gördü. Ben karşı çıkmıştım. Ameliyattan 8 gün sonra (o zamanlar 8'inci gün emboli tehlikesi fazlaydı) hasta lavabonun başında yıkanırken emboliden yere yıkılmış ve bütün gayretlerimize rağmen vefat etmişti. Ben şoke olmuştum. O günden beri sezaryen ile doğum teşhisi koyarken çok daha fazla titizlendim."
Prof. Dr. Turanlı'nın sezaryenle ilgili görüşünü engin birikiminin özetiyle noktalayayım: "Benim 50 senelik tecrübem o ki, bu konuda son kararı anneler veriyor."