Bu haftanın mektubuna üç sosyolojik tespit, daha doğrusu üç toplumsal gerçekle başlayayım:
1-Herhangi bir -spor değil- futbol kulübünün taraftarlığı kimliğimizin en önemli öğelerinden biri haline geldi. Çevrenizde rastgele birine "Kimliğinin asli unsurlarını say" deyin, ilk 5'te değilse bile ilk 10'da mutlaka tuttuğu takımı da vurgulayacak.
2-Diplomatlarımız ve siyasilerimiz "Kerkük küçük Irak, Irak ise küçük Ortadoğu'dur" derler. Şimdi Kerkük'ün yerini Şam, Irak'ın yerini de Suriye aldı. Ama bu formül İstanbul- Türkiye denklemi için de geçerli: İstanbul küçük Türkiye'ye dönüştü. Yoksa büyük mü demek daha doğru? Yurdun tüm yörelerinden, tüm illerinden gelenler İstanbul'da müthiş bir mozaik yarattılar.
3-Yurdun tüm diyarlarından İstanbul'a gelip yerleşenler kimliklerinin sportif yönünü vurgularken çifte tanım yapıyorlar:
"Kalbimin yarısı memleketimizin kulübü..." Gümüşhanespor'dan Sivasspor'a, Erzurumspor'dan Niğdespor'a, Karadeniz'in ise sadece tüm illerinin değil, tüm ilçelerinin futbol takımlarına kadar... Ve bu alt sportif kimliği araçlarının arka camına astıkları kulüp flamalarıyla dışa vurmaya bayılıyorlar. Kim bilir bunu belki de bir tür İstanbul'a, Bizans'a meydan okumanın mecrası olarak görüyorlar.
"Kalbimin öbür yarısı ise dört büyüklerden şu..." Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor... Kalplerinin o yarısı da kitlesel tutkunun bir parçası olma talebinden kaynaklanıyor.