Başbakan Erdoğan'la üç duraklı (Urumçi, Pekin, Şanghay) Çin gezisinden dün sabahın ilk saatlerinde döndüm. Ve izlenimlerimi, gözlemlerimi, notlarımı sizinle sıcağı sıcağına paylaşmakta fayda gördüm.
"Dünyanın yeni atardamarı" Çin aslında birçok yazının konusu olmayı hak ediyor ama şimdilik iki günle yetineceğim.
Bugün konumuz Türkiye-Çin ilişkileri.
"Ankara'nın 2009'daki Sincan Uygur Özerk Bölgesi çıkışıyla sıkıntıya giren Türkiye-Çin ilişkileri Başkan Yardımcısı Xi Jinping'in ziyaretiyle yeniden ısındı, Başbakan Erdoğan'ın gezisiyle de balayı dönemine girdi": Bu değerlendirme benim değil, Çin basınının.
Gerçekten de Çinliler son derece iyi hazırlandıkları ve en üst düzey protokol uyguladıkları Erdoğan'ın gezisinin iki ülke arasındaki ilişkileri "İkili stratejik işbirliği" boyutlarına taşıyacağına inanıyorlar.
"Türkiye-Çin ikili stratejik işbirliği ne anlama geliyor?" Bu soru da benim. Cevabını Pekin'de görevli diplomatlarımın birinden aldım. Baş başa sohbetimiz sırasında.
"Önce ikili stratejik iş birliği kavramını veya tanımını düzelteyim; iki ülke ilişkileri uzun vadeli stratejik işbirliğine dönüşüyor" diye başladı ve ayaklarını saydı: 1-Ekonomik, 2-Siyasal, 3-Jeopolitik.
Diplomatımıza bir soru daha yönelttim: "Çin'le stratejik işbirliğinin, Türkiye'nin diğer ülkelerle, örneğin ABD ile stratejik işbirliğinden ne farkı olacak?"
Kısa ama son derece açık ve düşündürücü bir yanıt verdi: "Batı size ihtiyaç duyduğu sürece, Çin ise zor zamanlarınızda yanınızda olur." Diplomatımız sohbetimizin sonunda ayrılırken, "Türkiye ile Çin arasında 1986'da imzalanan Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması'nı yenilemek için 2.5 yıldır çalıştık. Çinliler'le müzakere kolay değil ama bir kez imzayı attılar mı, taahhütlerine sonuna kadar bağlı kalıyorlar. Neyse ki görüşmeleri kazasız-belasız tamamlamak üzereyiz" diye iç çekti.
Gerçekten de, Erdoğan'ın gezisi sırasında söz konusu anlaşmanın yenilenmesi müzakerelerinin tamamlanmasına ilişkin niyet beyanı imzalandı.