Başlığa bakıp M. Night Shyamalan'ın yapımcılığını, senaryo yazarlığını ve yönetmenliğini üstlendiği, Bruce Willis, Samuel L. Jackson, Robin Wright Penn ve Spencer Treat Clark'ın başrollerini paylaştıkları gerilim filmi "Ölümsüz" e (Unbreakable) gönderme yaptığımı sanmayın.
Aynı şekilde, Costa Gavras'ın Vassilis Vassilikos'un romanından uyarladığı, Jean-Louis Trintignant, Yves Montand, Irene Papas ve Jacques Perrin'in oynadıkları, Yunan solcu milletvekili Gregoris Lambrakis'in 1963'te öldürülmesini konu alan "Ölümsüz (Z)" filmini de kastetmiyorum.
Konumuz 1635'te XIII. Louis döneminde Kardinal Richelieu tarafından kurulan "Fransız Akademisi"nin (Academie Française) 40 üyesi. Fransız dilini yozlaşmaktan korumakla ve gelişmesini sağlamakla görevli Akademi'nin bu 40 üyesi yaşam boyu görev yapıyorlar ve "Ölümsüzler" diye anılıyorlar.
Akademi'de filozof Claude Levi-Strauss'un ölümüyle boşalan 29 numaralı koltuk için önceki gün oylama yapıldı. Ve adaylardan biri daha ilk turda seçildi.
O aday Amin Maalouf.
1949'da Beyrut'ta doğan, Paris'te yaşayan bir Lübnanlı. Lübnanlılığın da ötesinde damarlarında Ortadoğu'nun tüm kanlarının karışımının, daha doğrusu güzel bir bileşiminin dolaştığı bir Osmanlı o!
Çünkü anne tarafı İstanbul'dan göçme. 1915 olayları sırasında. Romanlarında okurlarını Ortadoğu'nun, Orta Asya'nın, Akdeniz'in neredeyse tüm kentlerinde dolaştırıyor ama tüm eserlerinde mutlaka söz ettiği tek kent var: Constantinople. Yani İstanbul.
Beatrice'ten Sonra Birinci Yüzyıl, Semerkant, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Adriana Mater, Işık Bahçeleri, Uzaktan Aşk, Yüzüncü Ad Baldassare'nin Yolculuğu, Afrikalı Leo, Tanios Kalesi, Doğunun Limanları...
Hepsinde ama hepsinde Constantinople var.
Örneğin, "Doğunun Limanları"nın annesi Ermeni olan Osmanlı prensi İsyan söze şöyle başlıyor:
"Hayatım doğumumdan yarım yüzyıl önce Boğaz kıyılarında adımımı bile atmadığım bir odada başladı. Bir dram meydana geldi, bir çığlık yankılandı, bir daha durdurulamayacak bir cinnet yayıldı. O kadar ki, dünyaya geldiğimde hayatım fazlasıyla yarılanmıştı..."
Bir söyleşisinde İstanbul tutkusunu şöyle anlattı Amin Maalouf: "Benim için İstanbul ya da ısrarla söylediğim adıyla Constantinople kökümün olduğu vatanlarımdan biridir. O kenti hep gerçek dünyanın dışında tuttum. Birileri bir gün bana istisnasız tüm kitaplarımda söz ettiğim tek kentin Constantinople olduğunu söylemişti. Constantinople benim için terk ettiğim ilk ev anlamına geliyor."
Maalouf'un Fransız Akademisi'ne seçilmesine en az Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanması kadar sevindim, gururlandım.
Selam sana "Ölümsüz"... Alkışlar sana İstanbul'lu ya da Constantinople'lu..