IMF'nin (Uluslararası Para Fonu) gelmiş-geçmiş en başarılı başkanıydı... Önümüzdeki yıl bu zamanlarda yapılacak Fransa cumhurbaşkanlığı seçiminin açık ara favorisiydi... Üstün zekâlıydı... Çağımızın en iyi iktisatçılarından biriydi... "Yeni Sol"un yıldızıydı...
Ama bir türlü bastıramadığı bir kişisel zaafı tüm bu parlak sıfatları alıp götürdü.
Dominique Strauss-Kahn'dan söz ediyoruz. Ve onun tıpta ve ceza hukukunda "Sex addict" diye tanımlanan "Seks bağımlılığı"ndan.
Karşı cinse düşkünlüğünü pek gizlemezdi, "Ne var yani, kadınları seviyorum" derdi.
Fransız siyasi çevrelerinde onun bu düşkünlüğünü bilmeyen yoktu. "Zampara, hovarda, çapkın, uçkur çözücü, don juan..."
Haddi hesabı yoktu onun için sıralanan sıfatların.
IMF Başkanlığı'na seçilince, Washington'a gitmeden önce dostları uyarmıştı: "ABD'deki ahlak anlayışı çok farklı. Bir kadına ısrarla bakmak, göz süzmek bile taciz sayılıyor, aman arzularına gem vur..."
Yani, Hacı Bektaş Veli'nin öğüdü ya da felsefesindeki gibi "Eline, diline, beline hakim ol" demişlerdi.
Ama IMF'de daha birinci yılında skandalı patlatmıştı: Kurumun Afrika masasında görevli Macar kökenli Piroska Nagy ile ilişkiye girmişti. Kadın evliydi. Epey gürültü kopmuş, sonunda bir gecelik maceranın "Karşılıklı rıza" ile yaşandığı sonucuna varılıp Nagy'yi Washington'dan uzaklaştırarak (Londra'da bir iş bulunmuştu) olay ört-bas edilmişti.
Ne var ki, son rezaleti yenilir-yutulur gibi değil. Affedilecek cinsten de değil.
Ne zamparalığa giriyor, ne çapkınlığın kitabına uyuyor, ne hovardalığın inceliğini taşıyor.
Yaptığı düpedüz tecavüz girişimi.
Bu durumda elbette beyefendinin boynuna "Cinsel tecavüzcü" yaftasını asmak farz oluyor.
Bugün birinci sayfadan verdiğimiz, elleri arkadan kelepçelenmiş olarak karakoldan mahkemeye götürülmesinin fotoğrafını uzun uzun seyrettim. Ve hüzünlendim.
5 yıl önce bir yaz akşamı Cankurtaran'daki bir otelin terasında onunla yaptığım sohbeti anımsadım.
İçkisini yudumlayıp piposunu çekerken gözleri zaman zaman Boğaz'ın büyüleyici güzelliğinde dolaşıyordu. Ve "Dünyanın güçlüleri" arasında yer almanın sonsuz güvenini gizlemeye gerek görmeden yansıtıyordu.
O adam sonra dünyanın patronu oldu.
O adam önümüzdeki yıl Elysee Sarayı'na yerleşmeye hazırlanıyordu.
Ama şimdi sıfır saygınlık, sıfır sempati ile bir rezalet uçurumunun dibinde.
Kimine göre, muz kabuğuna basıp düşmek gibi bir şey.
Kimine göre, başarıyla kalkan uçağın havada infilak etmesi gibi bir şey.
Bill Clinton'ın Monica Lewinsky skandalı tarihin akışını değiştirmişti: Al Gore kesin favori girdiği başkanlık yarışında o skandalın serpintileri nedeniyle George W. Bush'a geçilmişti. Sonrası malum... 11 Eylül saldırıları, teröre karşı savaş, Afganistan, Irak... Bush'un yerine Gore seçilseydi, o saldırılar, o savaşlar olur muydu?
Şimdi Dominique Strauss-Kahn da "Sex addict"i yüzünden tarihin akışını değiştirecek. Fransa'da cumhurbaşkanlığı seçimini belki aşırı sağcı Marine Le Pen (Jean-Marie Le Pen'in kızı) kazanacak, belki halk desteği ve saygınlığı yerlerde sürünen Nicolas Sarkozy'yi diriltecek...
Ve bu siyasal deprem Türkiye'yi de etkileyecek kim bilir ne sonuçlar yaratacak...