Hayır, başlık benim değil, İzmirli, İzmir'de yaşamaya devam eden bir okurumun. Sadece başlık değil, yazı da onun. Israrla rica ettiği için açık kimliğini belirtmiyorum. Buyurun, H.R.N. adlı İzmirli okurumun gözlemleri:
***
İzmir dünyadaki değişimi maalesef göremiyor ve gittikçe fakirleşiyor.
Uzun yıllar Türkiye'nin ihracatının neredeyse yarısının yapıldığı İzmirimiz, geldiğimiz noktada sıradan bir şehir oldu.
İzmir tam bir emekli kenti haline geldi. Genellikle de yüksek bürokrat kesimin emekli olunca yerleştikleri bir kent halini aldı. Bu bürokrat kesimin çocukları da, anne veya babalarının imkânlarını kullanmak uğruna kendilerini güdükleştiriyor. Onlar için bu imkânları son haddine kadar kullanmak, yaşam hedefi haline geliyor. Bir basit örnek:
Çalışma Bakanlığı'nın yaptığı araştırmaya göre, devletten maaş alabilmek için, emeklilerin kız çocuklarından, resmi olarak boşanıp aynı evde yaşayan çiftlerin (yani aslında milletin vergileri ile geçinen ama yeşil kartlıları da düşkün görerek küçümseyen, kendini elit sayan insanlar) en çok bulunduğu kent İzmir.
Üretmeden tüketen, çağdaşlığı içki içmek ve mini etek giymek olarak algılayan, laikliğin yorumunu İslam karşıtlığı olarak görürken, kiliselerde ve sinagoglarda ibadet edenlere içten içe özenen ama özgüven eksikliğinden onlara da yaşam hakkı tanımayan, birbiriyle rekabet ederek refahı yükseltmek yerine birbirleriyle çekişerek gelişmeyi önlemekten sinsi bir zevk duyan, "Küçük olsun benim olsun" diyerek, sokaklarını, caddelerini, işyerlerini, yaşam alanlarını bile küçülten, komşularıyla selamlaşmayı bile kendine yediremeyen bir
kibirin küçülttüğü bir kent İzmir.
Belediyeciliği mega projeler üretmek yerine parke taşlarını yenileme çalışmalarına indirgemiş, metro inşaatını becerememiş ve kavgalı olduğu hükümete havale etmiş, nüfus artışına ayak uyduramayarak sokaklarını araç park yeri haline getirmiş, mevcut caddelerine yenilerini eklemeyerek trafiği boğmuş, kâr eden tesislerini arpalık haline getirerek "Zarar etsin ama bende olsun" demiş,
25-30 yaşındaki sağlıklı delikanlıları, 15 dakikalık iş için gün boyu bekçi olarak değerlendirerek istihdam yaratmış bir kent İzmir.
İş insanlarına gelince, aynı zihniyetin tezahürü aslında yaşadıklarımız. Birleşerek büyümek yerine bölünerek küçülürler işadamları. Sizin de sözünü ettiğiniz gibi, İstanbul ya da Anadolu'dan gelen iş insanları ellerinden aldılar kârlı tesislerini İzmirliler'in. Son örneği 110 ortakla kurulan İzmir Havayolları, yani İzair.Yöneticilerin yanlı ve yanlış idarelerinden dolayı ellerinden alınan şirketin genel kurul toplantısına, İzair eski Yönetim Kurulu Başkanı ve koskoca Ticaret Odası Başkanı'nın bile alınmaması, en arka sırada bir sandalyede zoraki olarak yer bulabilmesi acınası bir durum. Bölünerek küçülen, ortak şirketlerin yönetimine eş, dost, akrabaya yüksek maaşlar vererek, batmalarına sebep olan, elden kaçırıldığında da
üzüntüye boğularak aslında aşağılanan bir kent İzmir.
Genellikle İzmirliler'in çocuklarından oluşan İzmir bürokrasisi ise kentin geri kalmasında üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getiriyor. Biraz sivrilen başarılı firmalara hemen her gün baskın denetimler yapan, haksız idari cezalar veren, gelişimlerine olumlu katkı yapacak uyarılarla değil, yakalarsam yakarım düşüncesi ile tepelerinde boza pişiren,
ya kepenklerini kapattıran veya kentten kaçmalarını sağlayarak başarılı olduğunu sanan bir zihniyetin merkezi İzmir.
Fakat İzmir'in hakkını da yememek gerek. Hiçbir şey yapmıyor, çalışmıyor, üretmiyor, biraz da birkaç klişe söylem geliştirerek etrafını sürekli eleştiriyorsa, işte o kişi muteber insan sayılıyor. Ve öyle muteber insanlarla dolu bir kent güzel İzmirköy...
***
H.R.N. adlı okurumun mail'ini imla hataları dışında aynen aktardım.
Bununla -diziye dönüşmüş- İzmir yazılarını noktalamayı düşünüyordum. Ama galiba bir yazıyı daha "Hak ediyor"!