Biz yurtdışındayken açıklanan AB Komisyonu'nun Türkiye İlerleme Raporu, birkaç siyasi ve köşe yazarı ile birkaç sivil toplum örgütü dışında genel bir ilgisizlikle karşılandı.
Aynı şekilde, başta Brüksel olmak üzere Avrupa başkentlerinde de aman aman bir yankısı olmadı.
Çünkü Türkiye "Az gittik uz gittik, dere-tepe düz gittik, bir de baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz" tekerlemesindeki gibi, AB yolculuğunun her adımdan sonra uzun bir molayla kesilmesinden bezdi.
Ve çünkü Avrupa hızlı genişlemenin yorgunluğunu her geçen gün daha çok hissederken, bir yandan da kendi derdine düştü.
Yunanistan krizi tam atlatılmadan şimdi İrlanda'nın düştü-düşecek noktaya gelmesi...
Hemen tüm üyelerde çığ gibi büyüyen işsizlik...
Sosyal huzursuzluklarla ekmeğine yağ sürülen aşırı sağın demokratik düzen için ciddi tehdit boyutlarına dayanmak üzere olması...
Ve de, "Her koyun kendi bacağından asılır" anlayışının neredeyse tüm üyelerde egemen olmasıyla AB dayanışmasının lime lime dağılması, AB'nin varlık nedeninin sorgulanmaya başlaması...
Daha önemlisi veya ciddisi: Sadece AB'nin varlık nedeni sorgulanmıyor, AB'ye alternatif oluşumlar arayışı da ufaktan ufağa filizleniyor. Bu arayışlardan özellikle ikisi ilgimizi çekti.
İlki İsveçli tarihçi Gunnar Wetterberg'in ortaya attığı ve "Deniz yılanı" adını verdiği bir proje. Diyor ki Wetterberg, İskandinav ülkeleriyle AB'nin diğer üyeleri arasında kan uyuşmazlığı var. En iyisi beş İskandinav ülkesi "Kuzey Birliği" adıyla yeni bir oluşuma gitsin.
Şöyle devam ediyor: İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka ve İzlanda'nın yer alacağı yeni devlet veya "Kuzey Birliği", gayrisafi milli hasılasıyla dünyanın 10'uncu büyük ekonomisi olacak ve G- 20'de temsil edilebilecek.
Wetterberg'e göre, bu proje kesinlikle hayal değil, tam tersine kolayca ve hızla gerçekleşebilir. Zira bölge halklarının yaşam düzeyleri birbirine yakın, sosyal güvenlik sistemleri hemen hemen aynı. Kafa yapıları da öyle; ne de olsa hepsi de Martin Luther inancına sahip, yani Protestan.
Hem sonra böyle bir birliğin tarihte emsali var: Bölge ülkeleri ve halkları 14-15'inci yüzyıllarda "Kamlar Birliği" adıyla Avrupa'nın önemli bir gücü haline gelmişlerdi.
Gelelim ikinci projeye... Onu da AB üstüne haberler ve yorumlar yayınlayan "EurActive.com" sitesinin kurucusu Christophe Leclercq öne sürdü. Geçenlerde "Le Monde"da yayınlanan yazısında. Anahatlarıyla şöyle:
AB ile Rusya arasındaki ilişkiler bir türlü ısınamıyor. O kadar ki, Moskova kendini Avrupa'dan dışlanmış hissediyor.
AB ile Ukrayna arasındaki ilişkiler bir türlü güçlendirilemiyor. O kadar ki, Kiev kendine AB perspektifi verilmesinin sistemli olarak engellenmesi nedeniyle Rusya'ya yanaşıyor.
AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler bir türlü rayına oturtulamıyor. O kadar ki, Ankara kendisine karşı Avrupa'da görünmez duvarlar örülmekte olduğu görüşüne her gün daha çok inanıyor. Şimdi bu üç büyük ülke, Rusya, Türkiye ve Ukrayna, "Madem Avrupa bize gelecek vaat etmiyor, biz de kendi AB'mizi kurarız" derlerse ne olur? Cevap: 250 milyon nüfuslu yeni bir AB, en azından yeni bir AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) doğar! Biz devam edelim: Hele böyle bir birlik, Rusya'nın Kazakistan'la kurduğu gümrük birliğinin eklenmesiyle Çin sınırlarına, Türkiye'nin de Suriye ve Lübnan'la temellerini attığı ortak ekonomik bölge oluşumunun eklenmesiyle Kızıl Deniz'e dayanırsa... Nasıl? Hiç de yabana atılacak bir öneri değil... Aman Brüksel sevdalıları telaşlanmasın; niyetimiz AB'ye alternatif yaratmak değil. Sadece AB'ye mahkûm olmadığımızı anlatmaya
çalışıyoruz.