KKTC'de hükümetin hazırladığı "Kemerleri sıkma" paketiyle ilgili yazımız, adada "Bir dokun bin ah işit" etkisi yaptı. Üstelik sadece "Ah" işitmedik, Kıbrıslı kardeşlerimizden epey de küfür aldık. Canları sağ olsun. Dün sendikaların girişimiyle genel greve gidildiği saatlerde bile yağmaya devam eden e-mail'lerde yazımıza şu eleştiriler, itirazlar ve sitemlerde bulunuluyor:
KKTC'nin nüfusu resmi kayıtlarda 265 bin görünüyor ama gerçekte 500 binin üstünde. (Not: Bu rakamı 700 bine, 800 bine çıkaranlar da var.) İstatistiklerde görünmeyen artı nüfusu Türkiye'den gelenler oluşturuyor. Onlar da eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanıyorlar. Hem de ücretsiz. Türkiye'den gelen ailelerde bir kişi çalışıyor, sağlık karnesiyle eşi, çocukları, ailesinden kim varsa bedava yararlanıyor. Şu anda devlet hastanelerindeki hastaların yüzde 90'ı Türkiye kökenliler.
"KKTC'de hayat pahalılığından haberiniz var mı?" diye soruyor bazıları. Örnekler de veriyor: Domates 4.5 lira, kiraz 17.5 lira, dürüm 10 lira, fasulye 16 lira, en ucuz kira 750 lira...
Hepsi kabul. Ama KKTC'nin resmi istatistiklerine göre, adanın yerli halkının dörtte üçü kendi evinde oturuyor. Yani kira derdi yok. KKTC'de kişi başına düşen milli gelir 16 bin dolar. KKTC'nin Türkiye'den gelenlerle birlikte nüfusu İstanbul'un Bağcılar ilçesi kadar ya var ya yok. Toplam büyüklüğü ise taş çatlasın Bakırköy ilçesi kadar. Haydi biraz torpil geçelim, Bahçelievler ile Küçükçekmece'yi de katalım. Bu kadarcık alanda bin kişiye 600 otomobilin düştüğü bir başka diyar var mı? Diyeceğimiz şu ki, Kıbrıslılar'ın refah düzeyi yüksek. İlk yazıdaki notu tekrarlayalım; "Gözü olanın gözü çıksın..."
Tabii, gelen e-mail'lerde şöyle ifadeler de yer alıyor:
"Burada devlet dairelerinde salla başını al maaşını düzeni var. Sabah geliyorlar, imzayı atıyorlar, sonra kimisi kendi işine (ek işine) gidiyor, kimisi (kadınlar) odalarında börülce, molihiya ayıklıyor ama maaşlar tıkırında ödeniyor. Temizlik işi yapan bile en az 2.500 lira alıyor."
"Düşünün ki, bir devlette cumhurbaşkanı kızını cumhurbaşkanlığına alıyor, diğer kızını gençlik dairesi müdürü yapıyor, bir diğerini de meclise vekil olarak sokmak için uğraşıyor; hanedanlık, çiftlik değil de nedir?"
"Burada zengin şirketlerden, iş sahiplerinden vergi, elektrik borcu falan almıyorlar. Asil Nadir'in 25 milyon lira vergi borcu var, beş kuruş ödemediği gibi, sürekli kredi çekiyor, teşvik alıyor. Serdar Denktaş'ın kayınbabası (marketleri var) 14 aydır sigorta, İhtiyat Sandığı primlerini yatırmadıktan başka 800 bin liraya yaklaşan elektrik borcu var."
"Denktaş ve Eroğlu üçer kez emekli çıktılar ve ikramiye aldılar. En son geçen ay Derviş Bey tekrar emekliye ayrılıp 570 bin lira daha ikramiye aldı."
"Bir vatandaş olarak diyorum ki; yıllardır Türkiye'den gelen paralar nereye gitti, kimler yedi, kaç kişiye kıyak geçtiler, kimleri zengin ettiler? KTHY'yi batırdılar, hesap soran olmadı. DAÜ batıyor, hesap soran yok. KIBTEK batmak üzere, sesini çıkaran yok. Telefon Dairesi bitmiş, kimsenin umurunda değil."
Zaten bizim o yazımızın ana konusunu adadaki çarpık düzen oluşturdu: Hiç kimse en küçük bir özveriye yanaşmıyor, çalanın-çırpanın, devleti soyanın-soyduranın yaptığı yanına kâr kalıyor. KKTC basınına dayanarak bir de örnek verdik: "Mecliste yıllardır Sayıştay raporlarının kapağı bile açılmadı."
Ve o nedenle yazımızda Türkiye'nin KKTC'ye ek yardım vermesini ama hiç değilse aktarılan kaynakların nerelere harcandığını denetlemesini savunduk. Haksız mıyız?