Birinci Dünya Savaşı'nın tasfiye ettiği Osmanlı ve Alman imparatorluklarının torunlarının ya da vârislerinin bir zamanlar hükmettikleri topraklarda yeniden nüfuz ve güç kazanmalarını konu alan "Mağlupların dönüşü" başlıklı dünkü yazımız, yağan email'lere bakılırsa geniş bir kesimi heyecanlandırdı.
Umarız, bu heyecan emperyal düşlerin su yüzüne çıkması boyutuna varmamıştır. Hani, Yahya Kemal Beyatlı'nın gerçekten çeliğe su veren dizelerindeki gibi:
"Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik / Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle! / Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle..."
Atlılar ve TIR'lar
Yahya Kemal'in dünyaya gözlerini açtığı diyarı (Üsküp doğumluydu) ve o şiirin kalpten dudaklara, oradan da beyaz kağıda döküldüğü yılların (Yıkılan imparatorluğun acısı olanca tazeliğiyle yüreklerde ve belleklerde duruyordu) koşullarını göz önüne aldığımızda, zarif hamasetini daha iyi değerlendirebiliriz.
Hatta bugün o dizeleri mırıldananların içlerinde nostalji, geçmişle gururlanma ve imparatorluğun yıkımına neden olanlara (Hem iç, hem dış aktörler ve faktörler) öfke karışımı kasırgalar esmesini de elbette doğal kabul ederiz, etmemiz gerekir düşünürüz.
Ancak günümüz Türkiye'sinin Ortadoğu'dan Balkanlar'a kadar uzanan "Devlet-i Aliye" coğrafyasında sadece Osmanlı'nın torunu sıfatıyla değil, onun yanı sıra, hatta belki ondan da önce model bir devlet ve çağdaş, barışçı ve özgüvenli bir güç olduğu için sevgi ve saygı gördüğünü hatırdan çıkarmamalıyız.
O nedenle de Yahya Kemal'in "Akıncılar" şiirini günümüze uyarlamak zorundayız.
"Bin atlı"nın yerini bugün "Bin TIR" aldı. "Ak tolgalı beylerbeyi" ise artık ya Başbakanlık, ya Dışişleri Bakanlığı, ya Kültür ve Turizm Bakanlığı, ya TİKA (Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı), ya Vakıflar Genel Müdürlüğü. Hatta bunların hepsi. Ve de onların ardında ilerleyen girişimcilerimiz, yatırımcılarımız, işadamlarımız...
Ve vizyonlu stratejinin düzene soktuğu bu sivil ordu, yaz-kış demeden Tuna'dan kafilelerle geçiyor.
SABAH geçenlerde "Balkanlar'ın kalbi İstanbul" manşetini boşuna atmadı.
TEM'den gelip geçenler
Evimizin bulunduğu yer, İstanbul'un uç beyliği. O bakımdan İstanbul'un Balkanlar'a en yakın yerinde oturduğumuzu söyleyebilirim. Balkanlar'ın karı önce bize gelir. Balkanlar'ın yağmuru, rüzgârı, baharı, yazı sınırı geçince önce bize uğrar.
Ama sadece Balkanlar'ın havası değildir bizim orayı ziyaret eden.
Edirne üstünden Avrupa'ya uzanan TEM otoyolu da bizim oradan geçtiği için Türkiye ile Balkanlar arasındaki müthiş insan, mal ve hizmet trafiğinin en yakın tanıkları da bizleriz.
Sabah evden işe gelirken Romanya, Bulgaristan, Moldova, Transnitri, Makedonya, Sırbistan, Bosna-Hersek, hatta oraların ötesi Hırvatistan, Slovenya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Ukrayna, Belarus plakalı TIR'larla birlikte ilerleriz İstanbul'a doğru. (Balkanlar'ın yine tüm ülkelerinden her gün İstanbul'a akan, İstanbul'u komşu kapısı yapan yüzlerce özel otomobili hiç saymayalım.)
Akşam işten eve dönerken de aynı ülkelerin sadece plakaları farklı TIR'larıyla birlikte İstanbul'dan çıkarız. Biz uç beyliğimizde kalırız, onlar "Bin atlı" gibi kafilelerle Tuna'yı geçmek için, el sallayıp yollarına devam ederler.
Anadolu, Trakya, Rumeli ve Balkanlar yeniden birbirlerine kavuşuyorlar. Daha doğrusu asıl şimdi entegre oluyorlar.