Meydanları meydan yapan tarihleridir. Londra'daki Trafalgar Meydanı'nda hâlâ İngiliz donanmasının Fransız-İspanyol savaş gemilerini püskürtmek için yağdırdığı topların barut kokusu genzinizde dolaşır. Trafalgar savaşında can veren Amiral Horatio Nelson'un ruhu dolaşır koca meydanda.
Paris'teki Concorde Meydanı'nda Fransız Devrimi'nin kahramanları Robespierre, Danton, Saint Just, Marat, Desmoulins'in ayak izlerine basarsınız. Ve de orada başlarını giyotine teslim eden Kral 16'ncı Louis ile Kraliçe Marie-Antoinette'in son çığlıkları ile 1995'te Jacques Chirac'ın, 2007'de Nicolas Sarkozy'nin cumhurbaşkanı seçilmesini kutlayanların sevinç çığlıkları kulaklarınızda yankılanır.
Roma'daki Navona Meydanı'nda hâlâ Roma imparatorlarının kılıç şakırtılarını duyarsınız ve de Benito Mussolini'nin "Duce... Duce..." gösterileriyle kesilen ateşli söylevlerini...
Taksim Meydanı'nın tarihi de Trafalgar'dan, Concorde'dan, Navona'dan aşağı kalmaz. Özellikle yakın tarihimizin en önemli sayfalarından birçoğu orada yazılmıştır.
Örneğin, Saraçhane tarafına kulak kabarttığınızda 1950 Mayıs'ının sıcak bir gününde İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'ın Cumhurreisi İsmet İnönü'ye eliyle meydandaki kalabalığı gösterip "Paşam işte İstanbul" diye haykırışını duyar gibi olursunuz.
Sonra 1 Mayıs 1977'de DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in konuşması biter bitmez başlayan yaylım ateşinde ve onun yol açtığı panikte can verenlerin kanlarını görürsünüz meydanın her yerinde.... Katliam kurbanları Mustafa Elmas, Aleksandro Kotsas, Ahmet Gözükara, Ziya Baki, Hüseyin Kırkın, Beyhan Sürücü, Kenan Çatak, Leyla Altıparmak, Garabet Ayhan, Bayram Çıtak, Hatice Altın, Ali Fuat Özkaş, Mürtecim Oltulu, Hacer İpeksaman, Mehmet Ali Gençoğlu, Ali Sırdal, Hasan Yıldırım, Kadriye Duman, Ramazan Sarı, Sibel Açıkalın, Atilla Özbilen, Hamdi Toka, Nazan Güladi, Mustafa Ertan, Jale Yeşilnil, Bayram Neyir, Rasim Elmas, Dilan Nigis, Nazmi Arı, Meral Özkol, Kadir Balcı, Ercüment Gürkut, Ömer Harhan, Kahraman Alsancak, Niyazi Can, Hikmet Öztürkçü... Hep bir ağızdan size sorarlar: "Biz niye öldük?"
O katliamdan 33 gün sonra, 3 Haziran 1977'de dönemin CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in demokrasi tarihimizin en görkemli mitingini Taksim'de yaptığını anımsarsınız. Başbakan Süleyman Demirel'in, "Taksim'e gitmeyin, ihbar aldım, size suikast yapacaklar" uyarısına rağmen otobüsün üstünde dimdik meydana ilerleyen Karaoğlan ve onu izleyen yarım milyonu aşkın İstanbullu geçer gözlerinizin önünden.
Ve derin düşüncelere dalarsınız: 1 Mayıs 1977 katliamı ile düğmesine basılan ve Ecevit'e suikast ile zirveye çıkarılması amaçlanan kaos ortamının ardında kim/kimler vardı? O tarihte telaffuz edildiği gibi, Kontrgerilla mı? Kaosu, planladıkları darbenin gerekçesi yapanlar kimlerdi? O tarihte işaret edildiği gibi 800 subayla birlikte re'sen emekliye sevk edilen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun mu? Ersun ve emrindeki bir avuç subaysa kaosun planlayıcıları, neden onların pasifize edilmesinden sonra kanlı olaylar daha da tırmandı? Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ile Başbakan Demirel'in, Ersun'un yerine gelecek isimde anlaşamamaları sonucu, iki doğal aday Ali Fethi Esener ve Adnan Ersöz birlikte emekli edilince, üniformasını çıkarmak için gün sayan Kenan Evren'in önünün açılması sadece tarihin akışını değiştiren bir rastlantı mıydı?
Taksim Meydanı bütün bu soruların sarmaladığı ölüm sessizliğinden 32 yıl sonra dün uyandı. Coşkuyla. Şenlikle. Bayramla. Barışla. 1 Mayıs 1977 kurbanlarının ruhlarını huzura kavuşturarak...
Sıra karanlığa ışık tutulmasına, 1 Mayıs kurbanlarının "Biz niye öldük" sorusunun yanıtlanmasına geldi. Umudumuz Meclis'te. Milli irademizin tecelligâhının Anayasa görüşmelerinden hemen sonra bu tarihi misyonu için harekete geçmesini diliyoruz.