38'i devlet veya hükümet başkanı düzeyinde olmak üzere 47 ülkenin temsilcileri Washington'da bir araya geldi. ABD Başkanı Barack Obama'nın çağrısıyla.
İki gün süren Küresel Nükleer Güvenlik Konferansı için davet alan ülkeler çeşitli kriterlere göre belirlendi. Kimi "Nükleer Kulüp" üyesi oldukları, yani atom bombasına sahip bulundukları için davet edildiler: ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan. (İsrail'i de bu kategoride sayanlar çoğunluktaydı. Bunun önemini biraz aşağıda anlatacağız)
Kimi nükleer santral veya araştırma reaktörü kurdukları için zirvede yer buldular: Japonya, Brezilya, Arjantin, Kazakistan gibi, ki bu gruptaki ülkeler 30'a yakındı.
Kimi bölgesel güç sıfatıyla geldiler: Mısır, Suudi Arabistan, Nijerya gibi...
Türkiye ise hem bölgesel güç, hem de nükleer araştırma reaktörü sahibi olarak katıldı.
Tabii, bu kriterlerin herhangi birine uydukları halde davet edilmeyenler de vardı: İran ve Kuzey Kore uluslararası topluluğun uyarılarına ve yaptırımlarına rağmen nükleer denemelerini sürdürdükleri, nükleer silaha ulaşma programlarından vazgeçmedikleri için. (Not: Kuzey Kore'nin nükleer bomba yapmayı başardığı kesin. İran'ın ise nükleer silah teknolojisine artık sahip olduğu kanısı yaygın.) Suriye de çağrılmayanlardandı. Gerekçe: Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun denetimlerine izin vermemesi.
Evet, 47 ülkenin temsilcileri Washington'da iki gün boyunca bir araya geldiler. "Hayır, 50" diye düzeltti Beyaz Saray sözcüsü: "Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ile Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu yetkilileri de zirvede yer aldı."
Sözcünün rakamı 50'ye çıkarmasının simgesel bir anlamı vardı: 1945 Nisan'ında dönemin ABD Başkanı Franklin Roosevelt'in girişimiyle 50 ülkenin temsilcilerini bir araya getiren San Francisco Konferansı'nı kastediyordu. O konferansta yeni dünya düzeninin temelleri atılmıştı. Birleşmiş Milletler'in kurulmasına ilişkin anlaşma imzalanarak.
Ve o günden bu yana hiçbir ABD başkanı böyle bir zirve düzenlememişti.
Obama'ya gelinceye kadar. Şimdi Obama, 50 ülkenin ve uluslararası örgütün temsilcilerini buluşturarak bir başka dünya düzeninin arayışlarını başlatıyordu.
Kapalı kapılar ardında, projektörlerin ne ölçüde Başbakan Binyamin Netanyahu adına İsrail'i temsil eden istihbarat servislerinden sorumlu Devlet Bakanı Dan Meridor'a çevrildiğini önümüzdeki günlerde herhalde öğreniriz.
Neden İsrail? Çünkü yukarda da belirttiğimiz gibi, onu "Nükleer Kulüp" üyeleri arasında sayanlar çoğunlukta. Hatta Çin'den bile önce atam bombası yaptığı inancı da yaygın. David Ben Gurion'un ikinci başbakanlık döneminde, yani 1950'lerin ikinci yarısında. Fransa'nın yardımıyla.
Ne var ki, İsrail nükleer silaha sahip olduğunu ne doğruluyor, ne de yalanlıyor. "Gri bölge"de kalmayı veya tutunmayı, neredeyse 50 yıldır ulusal güvenlik politikalarının can alıcı noktası olarak görüyor.
Söylemi özetle şöyle: "Ortadoğu'da nükleer bombayı sahneye çıkaracak ilk ülke olmayacağız." Anlamı: "İlk kullanan olmayacağız."
Dahası, İsrail'in bu "Belirsizlik" politikası, ABD'nin güvencesinde. 1969'da ABD ile İsrail arasında varılan anlaşmayla Washington'un bu güvencesi sağlandı. Anlaşmanın anahatları: İsrail yöneticileri ülkelerinin nükleer potansiyeline ilişkin asla açıklama yapmayacaklar ve hiçbir nükleer denemeye kalkışmayacaklar. Buna karşılık ABD de, İsrail'e bu konuda (Not: Nükleer silahlanma) herhangi bir baskıda bulunmayacak.
Bugüne kadar İsrail de, ABD de bu anlaşmaya titizlikle uydu. Özetle, İsrail'in nükleer potansiyeli veya nükleer cephaneliği yoğun bir sis tabakasıyla örtülü olmaya devam ediyor.
Evet. Washington'daki Küresel Nükleer Güvenlik Zirvesi'nde projektörlerin İsrail'e çevrilip çevrilmediğini belki önümüzdeki günlerde öğrenebileceğiz ama şimdiden bir şeyi kesinlikle söyleyebiliriz: O projektörler de İsrail'in nükleer potansiyelini veya nükleer cephaneliğini saran sis perdesini delemediler. Delemeyecekler.