Bu satırları Washington'dan yazıyoruz. Dünyanın en yeşil, en sakin ve en medeni başkentlerinin belki de bir numarasından.
Yazıda herhangi bir mesaj verme niyetimiz yok. Sadece gözlemlerimizi ve izlenimlerimizi aktaracağız.
Küresel Nükleer Güvenlik Konferansı ve o çatı altındaki ikili görüşme fırsatlarıyla Başbakan Erdoğan'ın programı nefes almaya bile izin vermeyecek kadar yüklü olunca, bizlere gün doğdu: Konferans medyaya kapalı. İkili görüşmeler, hele Erdoğan-Sarkisyan buluşması daha da kapalı...
"Peki ne yapacağız" diye sorduk Başbakanlık görevlilerine. Yanıt: "İsterseniz, Başbakan'ın George Mason Üniversitesi'ndeki 'Bir küresel barış vizyonu olarak medeniyetler ittifakı' konulu konuşmasını izleyebilirsiniz. Sonra gün boyu boşsunuz..."
Zirvenin can sıkıcı koridorlarında beklemektense Washington'un epey dışında, Virginia eyaletindeki George Mason Üniversitesi'ne gitmeyi tercih ettik.
Yeri gelmişken George Mason'ın ve onun adını taşıyan üniversitenin tarihçesini birkaç cümleyle özetleyelim:
George Mason, ABD'nin kurucu babalarından. Ama adı daha çok ABD Anayasası'ndaki ilk 10 değişikliğe öncülük etmesiyle tarihe geçti. Yani, insan haklarında keskin bir dönemeç olan "United States Bill of Rights" onun eseri. "Haklar Bildirgesi" olarak bilinen "United States Bill of Rights"tan söz etmeye gerek var mı? "Basın", "İfade" ve "Din özgürlüğü" hakları bugün evrenselleştiyse veya evrenselleşme sürecine girdiyse, bunu ABD Kongresi'nin 26 Eylül 1789'da kabul ettiği, "United States Bill of Rights"a borçluyuz büyük ölçüde.
George Mason'ın adını taşıyan ve geniş bir alana yayılan vakıf üniversitesi ise 1957'de kuruldu. Yarım yüzyılı biraz aşan ömründe, iki Nobel -ekonomi dalında- almayı başardı: 1986'da James M. Buchanan ve 2002'de Vernon Smith ile. Hiç de fena sayılmaz.
Erdoğan'ın Sarkisyan'la ikili görüşmeden hemen sonra gittiği George Mason Üniversitesi'ndeki konuşmasında Ermeniler'e, özellikle de diyasporaya yönelttiği eleştiriler, elbette lafın gelişi değildi:
"1915'in sorgulanmadan soykırım kabul edilmesi, kararın da parlamentolarca verilmesi vicdani ve tarihi bir hatadır. Geçmişin acıları tek taraflı bakış açılarıyla okunamaz. Parlamentolarda eller kaldırılıp indirilerek ne tarih yazılabilir, ne de halklar için hüküm verilebilir..."
Konferans bitti. Washington'a döndük. Geziyi izleyen diğer meslektaşlarımız biraz dolaşmak istediler. Biz ise Washington Hotel'in açık hava kafesinde oturmayı tercih ettik. Karşımızda yemyeşil bir koru, onun ötesinde dikili taş... Termometreye baktık. 70'i gösteriyor. Tabii, Fahrenheit. Bildiğimiz dereceye, Celsius'e çevirmek için kafamızdan hesap yaptık: 70'den 32'yi çıkardık, kalanı ikiye böldük. 19 derece! Sadece baharın değil, erken yazın da müjdecisi.
Gelip geçeni seyretmeye koyulduk. Hintli'si, Çinli'si, Pakistanlı'sı, Kazak'ı, İtalyan'ı, Fransız'ı, Türk'ü, İskandinav'ı, Japon'u... BM'de temsil edilen ne kadar devlet varsa, o devletlerin bağrındaki tüm halklar... Erdoğan'ın ifadesiyle, "Asimile olmadan entegre olanlar..."
ABD'deki demokrasinin ve insan haklarının başka hiçbir yerle karşılaştırılamayacak düzeyde olduğunu bir kez daha hissettik. Sonra kendi kendimize sorduk: "Bu demokrasiyi başka diyarlara ihraç etmek teorik olarak iyi bir fikir, iyi bir misyon olabilir. Ama diğer kıtalarda binlerce yıldan süzülüp gelen değerler bütününün, yeniden keşfi sadece üç yüz yıl öncesine giden demokrasiyle ha deyince bağdaşmaması, Batı'nın kendi ilkelerini, kendi kabullerini dayatması için meşru bir gerekçe oluşturabilir mi?"
Yanıtını da içimizden verdik: Hayır. Asla. Herkes yerinde sağ olmalı.
O sırada garson geldi, siparişimizi almak için.
"Biliyor musunuz" dedik, "Burada olmak çok hoş bir duygu. Her tür insanın, ırkın, inancın asgari müştereklerde buluştuğu bu ülke, insana mutluluk veriyor."
"Sizden önce kim bilir kaç bin müşteriden bu duyguların dışavurumunu dinledim" anlamında bilgece
başını salladı. Karşılıklı gülüştük.