Doğa, pencere kenarında sıkıştırılmış kedi gibiydi. Ya camı kıracaktı ya da sıkıştıranı pençeleyecekti, İkisini birden yaptı.
Sıcak bir yaz günü hava birden karardı. Gök boşalıverdi. Deredeki cılız su seviyesi inanılamayacak kadar kısa sürede yatağına sığmamaya başladı.
Sonra boz bulanık suyun önüne kattığı çağımız "Doğal ürünleri" göründü: Buzdolabı, karyola, lastik, koltuk... Arkadaşlarla tahmin yarışına başladık:
- Sırada ne var?
- Çamaşır makinesi.
- Hayır otomobil!
Otomobil diyen kazandı. Önce bir arabanın karoseri geçti, ardından da çamaşır makinesi.
Farkında değildik, sular alt katı basmış, yükseliyordu. Balçık kaplı merdivenleri nasıl indiğimizi, kahverengi suları kulaçlayıp kendimizi nasıl dışarı attığımızı anlatamam.
Ayamama Deresi kenarındaki Medya Plaza'da 1995 Temmuz'unda yaşadığımız "Sel felaketi"nden söz ediyorum.
Doğanın öfkesine, intikamına ilk kez o gün o kadar yakından tanık olmuştum.
Unutmuyorum, felaketten bir saat önce yazı işleri toplantısında "Le Monde" gazetesinde okuduğum bir araştırmayı anlatıyordum. Konusu: Doğa tek düşmanı insanı sırtından atmaya hazırlanıyor.
Çünkü insanoğlu doğayla savaşıyor, onu kölesi yapmak istiyor.
Çünkü insanoğlu doğayı ve onu yaratan suyu yeneceğini sanıyor. Oysa doğa da, su da ondan güçlü. İnsanoğlu ölümlü. Su ölümsüz. İnsanın belleği yaşamıyla, insanlığın belleği yazının icadından bu yana geçen birkaç bin yılla sınırlı. Suyun belleği ise milyarlarca yıl öncesine gidiyor. Ve dünyayı avucunun içi gibi biliyor. O nedenle Alpler'e düştüğünde de yolunu buluyor, Amazon'da da, Sibirya'da da, İstanbul'da da.
Siz istediğiniz kadar dereleri ıslah niyetine betonla kapatın, yatağına mahalleler kurun, o dünyanın yaratılışından bu yana geçtiği yolu gene hatırlayacak. Size de feryat etmek düşecek: "Evimi sular bastı, belediye nerede?"
Alibeyköy, Kâğıthane, Bağcılar, Esenler'den 9 yıl önce de duyduk bu çığlıkları, bugün de.
Çünkü sular çekilince her şey unutuldu, unutuluyor. Dere yatağındaki kaçak konutlarda yaşamaya devam edildi, devam ediliyor. Ama toprak unutmadı, unutmuyor. Toprağın kanı olan su da.
Yine son olmayacak
Bu yazı 18 Temmuz 2004'te bu köşede yayınlandı. O günlerde yine İkitelli ve çevresini vuran sel nedeniyle.
Yazıda sözü edilen büyük felaket ise 1995 Temmuz'unda patlak verdi. O faciayı sular altında kalan SABAH'ın İkitelli'deki binasında bizzat yaşadım. Çamaşır makinelerinin, buzdolaplarının, koltuk takımlarının, otomobil parçalarının yatağından taşmış Ayamama Deresi'nde yolculuğunu hüzünle izledim.
14 yıl sonra sel suları beyaz eşyayla da yetinmedi; TIR'ları önüne kattı.
Hiç kuşkunuz olmasın; bir sonraki selde dereden fabrikaların geçtiğini göreceğiz.
Çünkü suyun çok güçlü belleği var; asla unutmuyor.
Çünkü "Hafıza-ı beşer nisyan ile malul"; hemen unutuyor.
İnsan, doğadaki varlıklardan sadece biri olduğunu anlayıp kabul edinceye kadar bu savaş sürüp gidecek.
Ayamama Deresi'nden de selin önüne kattığı TIR'lar, evler, fabrikalar, makineler geçmeye devam edecek.
İnsanoğlunun önünde iki seçenek var: Suyun yolundan ya çekilecek ya çekilecek...