Öcalan avukatları aracılığıyla yaptığı son açıklamada, "Ortak vatan Türkiye ve Kürdistan. Kürtler istediği yeri vatan seçer" dedi.
Bu sözler bize 1990'ların başında ANAP İzmir örgütünde önemli görevler üstlenmiş bir dostumuzun anlattığı anekdotu hatırlattı. Şöyle:
"Cumhurbaşkanı Özal'ın 'Ben karşıyım ama federasyonu bile tartışmalıyız' dediği günlerdi. Bir toplantıda Halkın Emek Partisi'nin İzmir İl Başkanı Ali Koç'la karşılaştık. Ona 'Bu federasyon işine ne diyorsun?' diye sordum. 'Tanrı yazdıysa bozsun' cevabını verdi ve ekledi: 'Federasyon olursa halkların kendi bölgelerinde toplanmaları gerekecek. Türkler batıda, Kürtler doğuda. Bu ne demek biliyor musun; İstanbul'daki Kürtler, Boğaz'a nazır o canım evlerini, villalarını bırakıp doğunun yoksul, gelişmemiş kentlerine gitmek zorunda kalacaklar. Ben İkinci Kordon'daki evimi boşaltıp bilmem nereye göçeceğim, Mercedes arabamdan inip ata bineceğim. Hangi Kürt bunu kabul edebilir ki? Özal aslında bu önerisiyle Kürtler'e büyük bir tuzak kurdu. Bereket Türkler işin nereye varacağını bilmeden kıyameti koparıp konuyu kapattırdılar da rahat bir nefes aldık..."
Uçurum ve yarıklar
İçişleri Bakanı Atalay dün "Kapıları kapamadan, birbirimizi iyi anlayarak, dinleyerek, birbirimize katkı vererek, varsa yanlışları düzelterek ama hep birlikte daha güçlü toplum olmak, daha güçlü ülke olmak için birbirimize destek vermemiz gerekiyor" dedi.
Elbette kapılar kapatılmamalı, açılıma herkes katkıda bulunmalı, yani elini taşın altına koymalı. Elbette açılım paket veya paketler değil, bir süreç. Ne var ki, bir yerden de "Yanlışları düzeltmeye" başlamak gerekiyor. Hem zihin karışıklığını gidermek, hem umudu güçlendirmek, hem de makul zeminlerde buluşabilmek için.
Bu zorunluluk bize Lenin'in bir sözünü çağrıştırdı. Sovyet devriminin lideri "Ne yapmalı" adlı eserinde "Uçurumlara yarıklardan inilir" der. Bu tavsiye ya da taktik açılım sürecinde de çok işe yarayabilir. Çünkü uçuruma kazasız-belasız inilmesini sağlayacak epey yarık var.
Kimliği kayıp yerler
Örneğin yerleşim adlarının değiştirilmesi, daha doğrusu eski veya özgün adlarının geri verilmesi gibi. Çünkü Kürt sorunu için 1996'da bir yol haritası hazırlamış olan rahmetli Anayasa Hukuku Profesörü Bülent Tanör'ün dediği gibi, "Yerleşim yerlerinin adları, her ülkenin kültürel malvarlığı ve mirası demektir. O adlar yöre halkı tarafından yüzyıllar öncesinde konmuş ve benimsenegelmiştir. Merkez kararlarla bunların değiştirilmesi milli kültür patrimuvanına (Not: "Mirasına" diye çevirebiliriz) saygısızlıktır."
Bu adımı atmak pek de zor, zahmetli ve sancılı olmasa gerek. 60 yıllık (1949'da kabul edildi) 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nda 1959'da yapılmış olan değişikliği iptal etmek yeterli. Yasanın 2'nci maddesinin "D" fıkrasının ikinci cümlesi şöyle: "Türkçe olmayan ve iltibasa (karıştırılmaya) meydan veren köy adları, alakadar (ilgili) Vilayet Daimi Encümeninin mütalaası alındıktan sonra, en kısa zamanda Dahiliye Vekaletince (İçişleri Bakanlığı) değiştirilir." İşte bu fıkradaki "Türkçe olmayan ve" ibaresinin çıkarılması, yerleşim yerlerinin eski ve özgün adlarına dönmelerine, dolayısıyla kimliklerini yeniden kazanmalarına yetecek.
Gelin, uçuruma bu yarıktan inmeye başlayalım...