Okurlarımız zaman zaman Ergenekon Operasyonu'na, daha doğrusu, cumhuriyet savcılıklarının ifadesiyle, "Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmek amacıyla Ergenekon adlı suç örgütü kurmuş kişiler"e neden hiç değinmediğimizi soruyorlar. Kuşkusuz bugün de benzer mesajlar veya eleştiriler gelecek. Açıklayalım.
* Biz yargının bağımsızlığı ilkesine yürekten inanıyoruz.
* Biz adalet dağıtanların hiçbir etki altında kalmadan görevlerini yapmalarını "Olmazsa olmaz" zorunluluk görüyoruz.
* Biz yasalardaki "Devam etmekte olan davalarla ilgili herhangi bir görüş belirtilemez" hükmüne mutlaka saygı gösterilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Tüm bu nedenlerden ötürü, ne kadar uzarsa uzasın, dava sonuçlanıncaya kadar köşemizde bu konuya kesinlikle yer vermemeye kararlıyız.
Bu bilgi notu veya hatırlatmadan sonra konumuza geçebiliriz.
"Dil", Osmanlıca'da "Gönül" anlamına geliyor. "Dil yarası" ifadesiyle de "Gönül yarası", sevgilinin veya çok değer verilen kişinin bir sözünün, bir hareketinin neden olduğu düşkırıklığı anlatılıyor.
Türkiye'de büyük bir etnik grubun 80 yıldır kanayan "Dil yarası" var. Hem Türkçe'deki, hem de Osmanlıca'daki anlamlarıyla. Kürtler'den ve ana dillerinden söz ediyoruz.
Siyasal iktidarından diğer kurumlarına kadar tüm devlet aygıtıyla Türkiye Cumhuriyeti son yıllarda bu yarayı tedavi etmek için önemli adımlar attı. Aydınların "Gönülden" destek verdikleri bu kampanyaya TRT Şeş'in açtığı yol sayesinde son zamanlarda sanatçılar da katıldı. Tek kelime Kürtçe bilmeyen sanatçılarımız bile hiç değilse Kürtçe bir türkü, bir ezgi, bir uzun hava ya da Rojin'in, Civan Haco'nun bir parçasını ezberlemeye çalışıyorlar.
Eh, İstanbul Kürt Enstitüsü, bugün eskisine göre daha rahat çalışabiliyor. Kürtçe kasetler seyyar satıcıların tezgâhlarında bile çalınıyor. Kürtçe kitaplara da kimsenin ses çıkardığı yok. Terör örgütünün propagandasını yaptıkları iddiasıyla arasıra kapatılsalar da Kürtçe gazetelerimiz de oldu. Ve nihayet başta DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk olmak üzere Kürt politikacıların Kürtçe nutukları da artık pek kıyamet koparmıyor.
Muradiye'deki olay
Peki tüm bu gelişmeler veya çizdiğimiz bu tablo, Kürtçe'nin toplumsal yaşamın bir gerçeği olarak herkes tarafından benimsendiği sonucunu doğuruyor mu?
Keşke öyle olsa. Ama değil. Ne yazık ki, en doğal bir hakkın teslimi olması gereken Kürtçe'ye özgürlüğün bazı kesimlerce iğreti veya görünüşte kabullenildiğini anlamaya bazen bir olay yetiyor. Hafta sonunda Van'ın Muradiye ilçesinde görüldüğü gibi. Anlatalım.
"Polis haftası" etkinlikleri kapsamında Muradiye'de güvenlik görevlileri ile lise öğrencileri arasında bir futbol maçı düzenlenmesine karar verildi. Ne kadar güzel. Ama...
Maç sırasında öğrencilerden biri arkadaşından pas isterken Kürtçe konuşunca polisler oyunu bırakıp çocuklara saldırdılar. 4 öğrenci yaralandı. Dahası hastane yerine emniyet müdürlüğüne götürüldüler! Bereket, öğretmenler hemen girişimde bulunup çocukların hastaneye sevkini sağladılar. Gelen haberler böyle.
Hayır; Muradiye'deki polislerin tepkisi ile TRT Şeş'i ve yukarda anlattığımız göreceli özgürlük tablosunu yan yana getirip "Bu ne çelişki" diye sorma kolaycılığına kapılmayacağız. Çünkü sorun daha derinde. Bilinç altında.
Sadece bir gerçeği vurgulamakla yetineceğiz:
Bu tür olaylar meydana geldikçe ya da sürdükçe "Dil yarası" başka yaralar açar, başka düşkırıklıklarını tetikler. Kendi memleketinde kendi dilini konuşamayan insanları bazı şeyleri sorgulamaya yöneltir. Biline.