Sözümüzü bir gün gecikmeli de olsa tutuyoruz. İşte gelecek ay sonunda veya Mayıs başında Erbil'de toplanması beklenen "Kürt Konferansı"yla ilgili son gelişmeler...
Öncelikle Türkiye'nin bu konudaki tutumunun henüz netleşmediğini söylemeliyiz. Cumhurbaşkanı Gül, "Erbil Konferansı" diye de söz edilen bu girişimi "Herkes bu işi bitirmek için canla başla çalışıyor" diye değerlendiriyor. Gül üstü kapalı veya diplomatik ifadelerle, "Herkes" sözcüğünün içine Kuzey Irak Kürtleri'nin de girdiğini ima ediyor.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan ise, bir dizi uyarı ya da çekince sıralıyor:
"1-Gündemi, içeriği ve katılımcılarıyla farklı bir tablo ortaya çıkmamalı. 2Herhangi bir terör örgütünün propaganda yapacağı bir zemine kesinlikle dönüşmemeli."
Buna karşılık Başbakan Erdoğan geçen hafta bizim de katıldığımız atv'deki programda ortaya koyduğu gibi, Kürt Konferansı'na soğuk, hatta bir hayli mesafeli duruyor.
Silahtan siyasete geçiş
Peki, önümüzdeki dönemde günlerce manşetlerden inmeyeceği kesin olan Kürt Konferansı'nın amacı ne ve kimler katılıyor?
Böyle bir konferans fikri 1.5 yıl kadar önce DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'ün Erbil gezisinde Kürt Bölgesel Yönetimi Cumhurbaşkanı Mesud Barzani ile yaptığı görüşmede doğdu. Başta pek ilgi görmeyen fikir, PKK'nın eylemlerini, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin de Kuzey Irak'taki operasyonlarını yoğunlaştırmasıyla birlikte Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani tarafından ısıtıldı ve bu kez daha geniş kesimlerce olumlu karşılandı.
Konferans, ilgili çevrelerin ifadesiyle "Dört parçadaki", yani Türkiye, Irak, İran ve Suriye'deki Kürtler'in temsilcilerini bir araya getirmeyi amaçlıyor. Gündem de belli: Tüm Kürtler için bir yol haritası belirlemek. Bu harita doğrultusunda silahın kesinlikle bırakılıp, "Kendilerini ve kimliklerini ifade edebilme" hakkının siyasal yollardan aranacağı taahhüdünü tüm dünyaya ilan etmek. Bu, tabii PKK'nın da silahlı mücadeleden vazgeçmesi ve silahsızlanması anlamına geliyor.
Ancak bu sonuca ulaşmak pek kolay değil. Zira tarafların hem stratejileri, hem de talepleri arasında dağlar kadar fark var.
Örneğin ev sahibi Mesud Barzani, Erbil'deki konferansa ABD ve AB'nin de katılması koşulunda direniyor. Hatta Türkiye'nin katılımının da sonuca ulaşmada olağanüstü katkıda bulunabileceğini ifade ediyor. Barzani o kadarla da yetinmiyor; ABD ve AB'nin Kürtler'in haklarının tanınması ve konferans sonuçlarının hayata geçirilmesi konusunda bölge devletlerinden güvence almalarını ve bu konferansla başlayacak süreçte gözlemci görevini üstlenmelerini istiyor.
İran Kürtleri'nin siyasal temsilcileri Komala ile İran Kürdistan Demokrat Partisi bir başka telden çalıyor: "Silah bırakma çağrısı gerçekçi olmaz. (Not: Bu iki örgüt veya partinin silahlı kolları var ama İran devletine karşı silahlı mücadele yürütmüyorlar) En doğru yaklaşım, dört parçanın her birinin özgün koşullarına uygun çözüm üretilmesi olabilir."
PKK'ya gelince, başlangıçta konferans fikrine soğuk baktı. Hatta Kandil'den "Katılmadığımız toplantının kararlarını da tanımayız" açıklamaları yapıldı. Ama İmralı'dan "Kürt sorununun demokratik çözümüne katkı için bu tür konferanslar düzenlenebilir" yeşil ışığı yakılınca hava değişiverdi. Bunun üstüne PKK da konferansa davet edildi.
PKK neler istiyor?
Ancak PKK bazı koşullarında hâlâ direniyor: Erbil, Diyarbakır ve Avrupa'da peş peşe üç konferans düzenlensin; Erbil Konferansı'nın hazırlık komitesinde PKK da temsil edilsin; konferans sonuçlarının uygulanmasında AB ve ABD gözlemci olsun. (Not: Hem Barzani'nin, hem de PKK'nın konferansta ABD ile AB'nin temsil edilmelerini istemeleri, Kürt sorununu uluslararası platforma taşıma planının en can alıcı bölümünü oluşturuyor. Böylece, Erbil Konferansı bir tür "Barış Konferansı"na dönüşmüş olacak!)
Ve PKK'nın öyle iki talebi daha var ki, onun yanında yukardakiler nohutleblebi gibi kalıyor: 1-Öcalan'ı da kapsayacak (Hatta öncelikle Öcalan'ın yararlanacağı) genel af çıkarılsın. 2-Silah bırakma konusunda Irak Kürtleri'nin deneyimleri göz önüne alınsın.
Bu iki talebin anlamı şu: Öcalan çıkıp partisinin başına geçecek, PKK ise tıpkı Barzani'nin ve Talabani'nin peşmergeleri gibi Apo'nun silahlı güçlerine dönüşecek. Özetle, PKK hem siyasal, hem de askeri statü istiyor!
Bu taleplere verilecek tek yanıt var: Kandil'dekiler iyice kafayı yemiş.