Başbakan Erdoğan dün Riyad'da Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz'le görüşerek Ortadoğu turunu tamamlamış oldu.
Bilindiği gibi, Erdoğan hafta ortasından bu yana süren günübirlik ziyaretlerinde daha önce Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad, Ürdün Kralı Abdullah, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'le bir araya geldi.
Cumhurbaşkanı Gül'ün İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez'le telefon trafiğini, Başbakanlık Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun da Şam'da Hamas siyasi lideri Halid Meşal'la görüşmesini eklersek, Türkiye'nin Gazze faciasının tüm taraflarıyla ve bu sorunun çözümünde etkili olabilecek tüm bölgesel muhataplarla temas kurduğunu söyleyebiliriz .
Ama küresel güçler hâlâ trajediyi izlemekle yetiniyorlar.
ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, "Ortadoğu'ya gitmeye niyetim yok" diyor. Beyaz Saray'da son iki haftasına giren Başkan George Bush ateşkes ilan edilebilmesi için "İran ile Suriye'nin desteklediği bir terörist grup" dediği Hamas'ın hizaya getirilmesi gerektiğini söylüyor.
Ortadoğu Dörtlüsü'nün (BM, ABD, AB ve Rusya) ateşkes önerisinin İsrail tarafından reddedilmesinden sonra BM Genel Sekreteri Ban KiMoon hiçbir faydası olmayan cılız çağrılarla vicdanını rahatlatmaya çalışıyor, Rusya liderleri ise (Başkan Dimitri Medvedev ve Başbakan Vladimir Putin) telefon görüşmelerinden öte bir çaba harcamıyorlar. Çin de öyle.
Erdoğan nerede, Sarkozy orada
AB'ye gelince... Avrupa basınının sadece "Laf üretiyor", "Her kafadan bir ses çıkıyor" diye anlattığı, bir türlü ortak dış politika oluşturamamakla suçladığı, o nedenle de uluslararası platformda hiçbir ağırlığının bulunmadığını vurguladığı 27 üyeli koskoca kurum, uykudan daha yeni uyanıyor. Ya da Noel ve yılbaşı tatilinin mahmurluğunu yeni yeni üstünden atmaya çalışıyor.
Peş peşe iki tur düzenlenecek Avrupa'dan Ortadoğu'ya. İlki bugün yola çıkıyor. AB'nin Güvenlik ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Javier Solana, Çek Cumhuriyeti, Fransa, İsveç Dışişleri Bakanları Karel Schwarzenberg, Bernard Kouchner ve Carl Bildt'ten oluşan heyet Mısır, İsrail, Filistin ve Ürdün'de temaslarda bulunacak. Ama sorun şu: AB Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti açık ve kararlı bir İsrail yandaşı. Dönem başkanlığında AB'nin İsrail'le ilişkilerini daha da derinleştirmeyi başlıca hedefleri arasına koydu. Dahası Çek yönetimi Ortadoğu'ya tamamen yabancı. Zaten Schwarzenberg de "Durumu yerinde görüp sorunu öğrenmeye gidiyoruz. Ondan sonra bir çözüm üretmeye çalışacağız!" diyerek sorunla yeni tanışacaklarını itiraf ediyor. Böyle bir geziden sonuç beklenebilir mi?
AB'den Ortadoğu'ya üst düzeyde ikinci ziyareti ise Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy yapacak. Onun da "Akdeniz İçin Birlik" Eşbaşkanı (Diğeri Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek) sıfatıyla çıkacağı tur yarın başlıyor. Lübnan'da BM Barış Gücü'nde görev yapan Fransız askerlerine moral ziyaretinde bulunduktan sonra Filistin, İsrail, Mısır ve Suriye'ye uğrayacak. Bir başka deyişle Başbakan Erdoğan'ın ayak izlerini takip edecek.
Tıpkı daha önce Kafkaslar'daki krizde olduğu gibi. Hatırlayacaksınız, Güney Osetya savaşında ilgili başkentleri ilk ziyaret eden Erdoğan olmuş, hemen ardından da Sarkozy bölgeye koşmuştu. Ancak Türkiye soruna kalıcı ve somut çözüm üretirken (Kafkas Güvenlik ve İşbirliği Platformu projesi), Sarkozy sırf Rusya'yı ateşkese razı edebilmek için Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü feda etmişti.
Gazze krizinde "48 saat mola" çağrısı bile İsrail tarafından anında reddedilen Sarkozy bu gezisinde şapkasından başka tavşan çıkarabilir mi? Çıkarsa bile tüm taraflara kabul ettirebilir mi? Mümkün değil. Zira sorunun doğrudan muhataplarından Hamas pas geçiliyor. Neden? Çünkü ABD gibi AB de onu terör örgütü kabul ediyor. Oysa Gazze'nin tek hakimi olan Hamas'ın razı edilmeyeceği hiçbir çözüm hayata geçirilemez.
Zaten o yüzden hem Batı, hem de Arap medyası umutların "Dürüst arabulucu" diye niteledikleri Türkiye'nin çabalarına bağlandığını belirtiyorlar.
Bir nokta daha: Kafkasya krizinden sonra Gazze faciası da, hatta Ortadoğu'daki diğer gelişmeler de, AB'nin "Yakın komşular" dediği bu bölgelerde Türkiye'siz bir "Hiç" olduğunu gösterdi. Bakalım Avrupalılar bu gerçeği ya da acizliklerini ne zaman görecekler...