Ekonomik gerçeklerle seçmen baskısı arasında sıkışmak, siyasiler için en korkulu rüya veya sınav olarak gösterilir. Kolay değil; bir yanda kamu düzenini kollama, diğer yanda oy kaygısı.
Türk siyaseti bu ikilemi son iki genel seçimde yaşadı. Politikacıların bir bölümü de ağır bedel ödediler. İlkinde, 2002 Kasım'ındaki seçimde hortumculukla, yani bankaların boşaltılmasıyla iç içe geçmiş olan 2001'deki finansal kriz, seçmen tercihlerinin belirlenmesinde bir numaralı etken oldu. İkincisinde, 2007 Temmuz'unda ise, o krizin süregelen artçı şokları sonuç üzerinde küçümsenmeyecek bir rol oynadı.
Amerikalı siyasetçiler de şu sıralar o sıkışmanın, hatta travmanın belki bin katını göğüslemeye çalışıyorlar: Önlerinde reel ekonomiye de sıçrama noktasına hızla yaklaşan, hatta dayanan finansal kriz; arkalarında ise spekülasyonların, sıradan insanların bir ömür boyunca elde edemeyecekleri kazanca bir ayda ulaşan şımarık borsacıların ve el parasıyla kumar oynayan bankacıların, özetle geniş anlamıyla hortumcuların simgeleştirdiği hovardalık döneminin birikimi nefretle her türlü kurtarma planına ölçüsüz ve sınırsız öfke duyan seçmen baskısı...
Bush yönetiminin finansal krizi aşmak için hazırladığı 700 milyar dolarlık kurtarma planı ABD Temsilciler Meclisi'nde işte bu çifte baskıyla oluşan kıskaca kurban gitti. Her 2 Cumhuriyetçi milletvekilinden 1'i, her 3 Demokrat milletvekilinden de 2'si seçmen baskısına boyun eğdi. Demokratik rejimlerde doğal karşılanması gereken bir sonuç.
Ancak yasama organı üyelerinin seçmen tercihine kulak vermeleri, yürütmenin seçmene, yani halka rağmen politikalar uygulamasını engelle(ye)miyor. Bu da demokrasinin başka bir cilvesi. Veya aldatmacası.
Çünkü gelişmeler ve ortaya çıkan tablo, yürütme organına bazen (Yoksa çoğu kez mi dememiz gerekiyor) seçmen iradesinin koyduğu ipoteğin tam aksine hareket etmekten başka seçenek bırakmayabiliyor.
Yürütme organının açmazları
Yine ABD'den ve Avrupa'dan örneklerle anlatmaya çalışalım.
* Temsilciler Meclisi, 700 milyar dolarlık kurtarma planını reddetti. (Türkiye'nin 2008 için öngörülen Gayri Safi Milli Hasılası'nın 150 milyar dolar kadar üstünde.)
* Ama bu planın reddedilmesinin Wall Street'te tetiklediği depremde, şirketlerin borsa değerleri bir günde 1 trilyon dolar düştü. (Türkiye GSMH'sının 1.5 katından fazla!)
* Üstelik, bu plandan önce ABD Hazinesi seçmene kulak verme ihtiyacı bile duymadan mali sisteme 1 trilyon dolar aktardı. (Türkiye GSMH'sının 1.5 katının üstünde.)
* Dahası, bir bölümü göreceli olarak daha güçlü bankalara yamanan, bir bölümü de alenen devletleştirilen banka operasyonlarının maliyeti de Türkiye'nin 2008 yılı milli gelirini fersah fersah aştı.
Avrupa'ya gelince; borsaların kayıplarını bir yana bırakıyoruz; sadece son iki günde Avrupa Merkez Bankası'nın piyasalara sağladığı likidite ile daha düne kadar sistemin gözbebeği olan bankaların (Fortis, Dexia, Hypo Real Estate, Roskilde Bank, Glitnir Bank) kurtarılması operasyonlarının maliyeti 500 milyar avroyu geçti. (Yine Türkiye'nin 2008 milli gelirinin üstünde.)
Özetle piyasalar neredeyse her gün Türkiye'nin milli geliri büyüklüğünde kaynak yutmaya başladılar.
Hele tüm belaların sorumlusu olan "Türev ürünleri"nin dünya genelindeki toplamının 45 trilyon doları (Türkiye ekonomisinin Cumhuriyet tarihi boyunca ürettiği milli gelirin toplamının üstünde!) aştığı düşünülürse, dünyayı daha ne badirelerin beklediği sanırız daha iyi anlaşılır. Ve bu sanal finansal araçlar demokratik düzende ama düzenin sözde olmazsa olmazı denilen halk adına demokratik denetimden tamamen uzak olarak üretildi.
Şimdi ise faturası "Kutsal" diye tanımlanan, her kuruşunda, her cent'inde alın teri bulunan halkın vergileriyle ödeniyor. Yürütmeye de "Yoksa ekonomi çökecek, milyonlar işinden, aşından olacak" gerekçesi dayatılarak. Söyler misiniz; bu nasıl demokrasi?
Her türlü hortumculuğa kapı aralayan ve sistemi "Seçkinler egemenliği"ne dönüştüren finansal kapitalizm denetim altına alınamazsa, demokrasiler kaçınılmaz olarak ölümcül bir tehditle karşı karşıya kalacaklar. Tıpkı 1929 krizinden sonra olduğu gibi.