Anayasa'nın 104'üncü maddesinde cumhurbaşkanının yasamaya ilişkin görev ve yetkilerinin en başında "Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü TBMM'de açılış konuşmasını yapmak" sayılıyor.
Cumhurbaşkanlarının yasama yılını açış konuşmaları Cumhuriyet'in iki döneminde olağanüstü önem taşıdı: İlki Atatürk ve İnönü'nün cumhurbaşkanlıkları sırasında. İkincisi ise 1983'ten ama özellikle de 1990'ların ortasından bu yana.
Atatürk, Meclis'in açıldığı 1920'den hayata gözlerini yumduğu 1938'e kadar hiçbir yıl yeni yasama dönemi açış konuşmasını aksatmadı. Hatta hastalığının ilerlediği 1938'te bile konuşmasını bizzat kaleme alıp Meclis'te okuması için Başbakan Celal Bayar'a gönderdi. Atatürk'ün her sözcüğü titizlikle seçtiği o konuşmalarında tüm devrimlerin ideolojik altyapısını ve coşkusunu görebilirsiniz.
İnönü'nün 1939'dan 1949'a kadar hiç sektirmediği yasama yılı açış konuşmalarında ise Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı girdabına sürüklenmemek için gösterdiği direncin, 1945'ten sonra da tüm sancılara rağmen demokrasiye geçiş kararlılığının belgelerini bulabilirsiniz.
Demirel-Sezer çizgisi
1982 Anayasası'nın yürürlüğe girmesinden bu yana gelip-geçen cumhurbaşkanlarından Evren bu yetkiyi üç kez kullandı, halefi Özal ise bir kez. Buna karşılık Demirel ile Sezer, 7 yıllık görev sürelerinin 6'sında yasama yılını açış konuşmasını yapma ihtiyacını veya gereğini duydular.
Demirel'le birlikte yasama yılını açış konuşmaları köklü bir değişikliğe uğradı: Uzun ve ayrıntılı metinler hazırlandı. Türkiye'nin ve dünyanın siyasal-ekonomik-askeri fotoğrafı çekildi, bu fotoğraftan yola çıkılıp hem iç, hem dış kamuoyuna mesajlar verildi. Ve en önemlisi konuşmalara bugüne kadar her yıl önemle tekrarlanan "İç tehdit" girdi: İrtica.
O kadar ki Demirel, Öcalan'ın Şam'dan çıkarılması sürecini tetikleyen (Suriye'yi "Sabrımız taşmak üzere", "Mukabele hakkımızı saklı tutuyoruz" diye uyarmıştı) 1998'deki konuşmasında bile irtica tehdidine öncelikli ve ağırlıklı konu olarak yer verdi.
Sezer de bu çizgiyi sonuna kadar korudu ve her yıl konuşmasının "İrtica" ile ilgili bölümü gazetelerde manşete çıkarıldı. Sadece ikisini, ve son konuşmalarını hatırlatmakla yetinelim:
"Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu irticaya karşı toptan savaşım veriliyor." (2000)
"İrticai tabanın genişletilmesi ve dini bireysellikten çıkararak toplumsallaştırma çabaları dikkat çekiyor. İrticai tehdide karşı savaşımın kilit taşı laikliktir. Laikliği korumak için özgürlükler sınırlandırılabilir." (2006)
Güvence sayılabilir
11'inci Cumhurbaşkanı Gül'ün dün yeni yasama yılını açış konuşması işte bu perspektiften önem taşıyordu. Çünkü; 1- İlk konuşması olacaktı. 2- Döneminin stratejik planlamasının ve yol haritasının ana hatlarını anlatacaktı. 3- "Mahalle baskısı", "Malezya benzetmesi" gibi polemiklerin, iç (Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt) ve dış (AB) uyarıların gerdiği ortamda "Laiklik" konusuna ne ölçüde yer vereceği merak ediliyordu.
Vardığımız sonuç: Laikliğin önemine yaptığı vurgunun dozunun iyi ayarlandığını söyleyebiliriz. "Türkiye'nin gelişmesi, güçlenmesi, büyümesi, modernleşmesi, serbestleşmesi ortak hedefi"ne giden yolda laikliğin "Değişmeyen ve değişmeyecek unsur" olduğunu belirterek, yeni Anayasa'da bu ilkenin sulandırılmayacağı güvencesi verdi.
Bize göre Gül, Özal'dan ve Demirel'den serpintiler taşıyan dengeli bir konuşma yaptı.