Fransız Resmi Gazetesi'nde dün cumhurbaşkanı seçimine katılan 12 adayın hesap dökümleri yayınlandı. Her adayın kampanya finansmanı için başvurduğu gelir kaynakları ve harcamaları tüm ayrıntılarıyla görülebiliyor.
Örneğin seçimi kazanan Nicholas Sarkozy çoğu parti yardımı olmak üzere 21 milyon 251 bin 277 avro gelir elde etmiş, bunun 21 milyon 38 bin 891 avrosunu harcamış.
Sosyalist Parti'nin adayı Segolene Royal'in gelir kalemleri yine çoğu partiden 20 milyon 911 bin 270 avro, seçim giderleri 20 milyon 712 bin 43 avro.
Biz ise "Demokrasi tarihimizin en pahalı seçimi" denilen 22 Temmuz yarışına katılan 14 partinin 7700 adayı ile 699 bağımsız adayın kampanya bütçelerini herhalde hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Tek bildiğimiz AK Parti'nin 50 milyon YTL, CHP'nin 80 milyon YTL bütçe ile yola çıktıkları. Bir de partilerin ayırdıkları kaynakların dışında adayların 1.5 milyar YTL dolayında harcama yaptıkları tahmin ediliyor.
Peki, adaylık ödentisinden partiye bağışa, broşürden afişe, çiçekten bayrağa ve rozete, seçim büroları kirasından büro görevlilerinin ücretlerine ve yemelerine-içmelerine, araç kirasından benzine, reklamdan, erzak paketinden çocuklara şeker-sakız-çikolataya kadar onlarca kalem tutan kampanya giderleri nasıl ve nereden karşılanıyor? "Çeşitli" yollardan. Alın bir örnek:
Haydi beyler, pamuk eller cebe
Karadeniz illerinin birindeki yerel gazetede bir partinin adayının şöyle bir demeci yayınlandı: "Falanca partinin seçim masraflarını filanca müteahhit üstlendi." Aynı gazetede ertesi gün suçlanan partinin ilk sıra adayının yanıtı yer aldı:
"Kişi herkesi kendisi gibi bilirmiş. Sorun onun masraflarını kim karşılıyormuş. Bizim her şeyimiz şeffaf. Bir yemek yaptık, 150 kişiden 150 bin YTL topladık."
İşte bu kadar! Tabii gelir belgesiz olunca, giderler de belgeye bağlanmadı. Adayların veya onların bütçelerini yönetenlerin doğru dürüst gelirgider hesabı tuttuklarından bile kuşkumuz var. Yani, çok büyük ölçüde "Kayıt dışı" bir kampanya yürütüldü. (AB veya IMF, "Seçimini kayıt altına alamayan kayıt dışı ekonomiyle nasıl mücadele edecek" diye sorsa, ne cevap verilecek?)
Oysa bu tablolar önlenebilirdi. Eğer AK Parti hükümetinin siyasetin finansmanıyla ilgili olarak yaptığı öneri seçimden önce yasalaştırılabilmiş olsaydı. 2006 Nisan'ında Adalet Bakanı Cemil Çiçek ile AK Parti kurmayları Hayati Yazıcı ve Sadullah Ergin tarafından açıklanan, daha sonra muhalefet liderlerine sunulan taslakta, partilerin ve adayların bir bankada seçim hesabı açtırmaları, her türlü bağış ve harcamaların bu hesapta görünmesi, bağış ve yardımların Yüksek Seçim Kurulu'nca belirlenecek sınırı aşmaması öngörülüyordu. Hatta harcama sınırını geçenlerin milletvekilliklerinin düşürülmesi bile hükme bağlanıyordu.
Bu yaraya artık neşter şart
Ne yazık ki, bir yılı aşkın süre boyunca hiçbir gelişme olmadı, Köşk krizi nedeniyle apar-topar seçim kararı alınınca da "Taslak" veya "Teklif" olarak kaldı.
Siyasete şeffaflık ve temizlik getirmek istiyorsak, yeni Meclis'in acil işlerden sonra ele alacağı ilk konulardan biri de siyasetin finansmanının kurallara bağlanması olmalı. Hem sonra Meclis'e giren üç parti de seçim bildirgelerinde bu konuda bağlayıcı sözler verdiler.
AK Parti "Siyasi partilerin hesapları ve adayların harcamalarına şeffaflık ve denetlenebilirlik getirilmesi için parti grubumuz tarafından Meclis'e verilen kanun teklifi yasalaştırılacaktır" dedi.
CHP "Siyasi partilerin ve milletvekili adaylarının seçim harcamalarının Batı demokrasileri normlarına göre sınırlanmasını ve denetlenmesini sağlayacağız" taahhüdünde bulundu.
MHP "Siyasi partilerin ve siyasetçilerin gelir kaynaklarını ve seçim harcamalarını denetim altına alarak sınırlandıracak ve kamuoyunun bilgisine sunulmasını sağlayacak" yasal düzenlemeye "Öncelik" vereceğini ilan etti.
Siyaseti kayıt dışından, siyasetçiyi de bağımlılıktan kurtarmak için Meclis bu sorunu hiç değilse önümüzdeki yerel seçimlere kadar mutlaka çözmeli...