General de Gaulle'ün kurduğu 5'inci Cumhuriyet'in ikinci cumhurbaşkanı olan Georges Pompidou, birgün iç çekerek, "O eski sevgili Fransa yok artık. Güzel yemekler, Folie-Bergere, neşeli Paris, haute couture... Hepsi tarih oldu" demişti.
Önümüzdeki Nisan ayında Jacques Chirac'ın yerine o adam cumhurbaşkanı seçilirse, "Özgürlüğün ve hümanizmin beşiği" Fransa da tarihe olacak.
O adam? İktidardaki Halkçı Hareket Birliği'nin önceki gün cumhurbaşkanı adayı olarak belirlediği İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy.
Çünkü Fransa'da referansını General de Gaulle'den alan merkez sağ parti, tarihinde ilk kez merkezin epey sağına yelken açmış, hatta aşırı sağa yakın birini devletin başına aday gösteriyor.
Saldırgan bir kişiliği olan, dünyayı siyahbeyaz gören, güvenlik için özgürlüklerin daraltılmasını savunan, polis baskısının artırılmasını isteyen birini...
Ayrımcılığın, dışlamanın ve işsizliğin yol açtığı banliyö isyanları sırasında çoğu Kuzey Afrika kökenli göçmen çocuklarına "Ayaktakımı" diyen ve "Karcher" (belediyelerin cadde ve sokakları temizlemekte kullandıkları sanayi tipi süpürge) ile "Hepsini süpüreceğini" söyleyen birini...
"258 çeşit peyniri olan bir ülkeyi yönetmek kolay mı" diyen General de Gaulle'ün aksine, basit fikirler ve sloganlarla Fransa'yı omuzlayabileceğini zanneden birini.
Sosyal yaşamı din temelinde yeniden düzenlemek isteyen, Fransız modeli laiklik yerine Amerikan modeli cemaat sistemini savunan, toplumda "Raelien" (Uzay dini, daha doğrusu UFO dini) ve "Scientologie" gibi yeni tarikatlara da yer açmak isteyen birini...
Kısacası, dünya görüşü "Otoriter liberalizm" diye nitelenen birini... Yani bir "Faşist liberal"i... Kimilerine göre Bush'un kopyasını.
Sosyalist Parti'nin onunla ilgili ayrıntılı araştırmasında kullandığı ifadeyle, " Fransız pasaportlu bir Neo-Con "u...
Son kamuoyu araştırmasına göre, Fransız halkının yüzde 51'ini korkutan birini...
100 gün mü, 5 yıl mı?
"Fransızlar düşünsün. Hak ettiler" deyip geçeceğiz ama ne yazık ki Sarkozy sadece onların değ
Nasıl olmasın? Cumhurbaşkanlığını düşünmeye başladığı 3 yıl öncesinden beri her fırsatta, "Türkiye bildiğim kadarıyla Avrupa'da değil, Küçük Asya'da yer alıyor. Okulda bize öyle öğrettiler. O yüzden de AB'de yeri yok. Çünkü AB, Avrupalı devletler için kuruldu" deyip duruyor. Adaylığının resmileştiği Pazar günkü parti kurultayındaki uzun konuşmasında da bir punduna getirip aynı şeyleri tekrarladı.
O kadarla kalsa neyse. Türkiye'nin AB üyeliğini seçim kampanyasının en önemli silahlarından biri yapmaya hazırlanıyor.
İçinden geldiği burjuva sınıfını "Ayaktakımı" tehdidiyle korkutacak. Orta sınıfı ve emekçileri de "Türkler gelip işinizi alacak" öcüsüyle!
Bu, "Türkiye'nin üyeliği konusunda vakti zamanı geldiğinde Fransız halkı ne karar verirse saygılı olacağım" diyerek sorunu 2020'lere doğru yapılacak referanduma kadar ötelemek isteyen Sosyalist Parti'nin adayı Segolene Royal'in kışkırtılması, sıkıştırılmak istenmesi demek oluyor.
Bu, seçime kadar, yani 100 gün boyunca Fransa'nın Türkiye ile yatıp Türkiye ile kalkacağı anlamına geliyor.
Dileriz, sinirlerimizin sınanacağı süre bu 100 günle sınırlı kalır. Yoksa -mazallah- Sarkozy seçimi kazanırsa, 5 yıl boyunca ama özellikle de, AB'de Türkiye'yle ilgili "Düşünme süresi"nin sona ereceği 2008'in ikinci yarısında çekeceğimiz var. Zira o tarihte dönem başkanlığını Fransa üstlenecek.