Bulgaristan bugün 1 Ocak 2007'de AB'ye katılım anlaşmasına imza atacak cumhurbaşkanını belirlemek için sandık başına gidiyor.
Sonucu belli (Mevcut Cumhurbaşkanı George Pırvanov kesinlikle kazanacak) seçimde üç kriter önem taşıyor:
Katılım yüzde 50'yi aşacak mı? İlk turda sonuçlanacak mı? Aşırı sağcı adayın, daha doğrusu adayların oy oranı ne olacak?
Seçimin bir turda sonuçlanması için iki koşulun yerine gelmesi gerekiyor: Kayıtlı seçmenlerin yüzde 50'den bir fazlasının oy kullanması. Bir adayın geçerli oyların yarıdan bir fazlasını alması. Sandık başına gidenler yüzde 50'nin altında kalırsa, bir aday oyların yüzde 80'ini, 90'ını bile alsa, sonuç ikinci tura kalıyor. Onda da ilk turda ilk iki sırayı alan adaylar yarışıyor.
Gerek Bulgar politikacılar, gerekse Sofya'daki gözlemciler komşuda bugün böyle bir tabloyla karşılaşılacağını tahmin ediyorlar. Zira kamuoyu araştırmalarına bakılırsa, seçmenin yarısına yakını oy kullanmayı düşünmüyor. Ayrıca katılım yüzde 50'yi aşsa bile favori aday Pırnavo'un geçerli oyların yarıdan bir fazlasını alması beklenmiyor.
Peki, ikinci tur olursa Pırvanov haftaya bugün kiminle kozlarını paylaşacak? İşte seçimin en kritik, en kaygılandıran sorusu bu. Çünkü esen rüzgarlar, ikinci adayın Türk düşmanı, Roman düşmanı, Yahudi düşmanı, Batı karşıtı Volen Siderov olacağını gösteriyor.
Kampanyasını "Bulgarlar, Bulgaristan'ı geri alın" sloganı üstüne kuran Siderov tek örnek olsa neyse... Seçimlere katılan 7 adaydan 5'i aşırı milliyetçi veya ulusalcı! Bu rüzgarın şiddeti öylesine arttı ki, sosyalist Cumhurbaşkanı Pırvanov bile kendini " Ilımlı yurtsever " ilan etti!
Aşırı sağ niye yükseliyor?
Milliyetçi, ulusalcı, aşırı sağcı ve popülist akımların yükselişe geçmesi yalnızca Bulgaristan'a özgü bir olay değil:
Polonya'da iktidarda aşırı milliyetçi, aşırı dinci ve inanılamayacak kadar popülist partilerin koalisyonu var.
Slovakya'yı sol-aşırı sağ partilerin tuhaf hükümeti yönetiyor.
Macaristan'da hükümeti sokak eylemleriyle düşürmeye çalışan ana muhalefet lideri eski Başbakan Victor Orban muhafazakar sağ çizgiden popülizm-aşırı milliyetçilik karışımı bir yerlere kaydı. Arabasının arka camında 1920 öncesinin büyük Macaristan'ının haritasıyla dolaşıyor, o sınırlara dönmenin düşlerini kuruyor ve komşu ülkelerdeki Macar azınlıkları kışkırtıyor.
Letonya'da aşırı sağ yüzde 30'u geçti. Çek Cumhuriyeti'nde, Romanya'da yüzde 20'lere dayandı
Saydığımız örneklerin birçok ortak yönleri var: Hepsi rejim değişikliğinden geçti ama yeni sistem "İş, aş" veremedi . Hepsi AB'ye üye oldu. Hepsi AB kriterlerine uyum için gerekli "Yapısal reformlar"la halka "Acı ilaç" içirdiler .
Ve hepsinde de bu reçetelerle ülkelerini AB'ye taşıyanlar, halk tarafından seçimlerde tasfiye edildiler! Bulgaristan işte bunun son örneği. AB sürecinde en zorlu reformların sorumluluğunu üstlenen eski Kral II. Simoen'in partisinin oyları geçen yıl yapılan seçimlerde yüzde 43'ten yüzde 22'ye düştü. Dahası bugün aday gösteremiyor. Çünkü II. Simoen yaptırdığı araştırmada oyların sadece binde 4'ünü alabileceğini öğrenince vazgeçti.
Özetle AB süreci bu yolculuğa çıkan tüm ülkelerde siyasal depremlere yol açıyor.
Türkiye'de gelecek yıl cumhurbaşkanını Meclis değil halk seçmiş olsaydı, kaç aday katılırdı acaba? Dahası bu adayların siyasal kimlikleri veya çizgileri ne olurdu acaba?
Bir atasözünde "Altın leğenin kan kusana ne faydası var" denilen komşuya bakın, cevabını bulun...