Filistinlilerin neredeyse seyirci olarak kenara çekildikleri, İsrail-Hizbullah hesaplaşması daha da tırmanırsa, iki büyük tehlikeye davetiye çıkaracak:
1-Yeni bir Ortadoğu savaşı. 2-Yeni bir Lübnan iç savaşı. Hatta ikisinin birlikte patlak vermesi de söz konusu.
Aslında krizin bu noktaya varmasında uluslararası toplumun ağır vebali var.
Çünkü İsrail, 25 Mayıs 2000'de Güney Lübnan'dan çekildiğinde, Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah, "Bizim için savaş bitti" demiş ve eklemişti: "Çünkü bizim derdimiz Filistin'in bağımsızlığı değil, Lübnan'ın işgalden kurtarılmasıydı."
Ancak o tarihte 14 bin askeriyle Lübnan'ı denetiminde tutan Suriye hemen müdahale etmişti: "Dur bakalım, İsrail işgali sona ermiş sayılmaz. Şaba Çiftlikleri'ni boşaltmadılar."
Golan Tepeleri'nde 25 kilometrekarelik bir bölgeydi orası. Ve İsrail, Şaba Çiftlikleri'ni Suriye toprağı kabul ettiği için çekilmemişti. Suriye ise politika değişikliğiyle o bölgede hak iddia etmekten vazgeçmiş, topu Lübnan'a atmıştı. Hizbullah'ı cephede tutmak için.
Uluslararası toplum o gelişmeye ilgisiz kaldı.
Bitmedi. BM Güvenlik Konseyi 2 Eylül 2004'te 1559 sayılı kararı kabul etti. Kararda şunlar öngörülüyordu: Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesi, Lübnan'daki Filistin mülteci kamplarından silahların toplanması ve Hizbullah'ın silahsızlandırılması.
Suriye birlikleri, Lübnan'ın eski Başbakanı Refik Hariri'nin 14 Şubat 2005'te öldürülmesinin tetiklediği gelişmelerle çekilmek zorunda kaldı. Ancak Güvenlik Konseyi kararının diğer 2 maddesi asla uygulanamadı. Lübnan da iç krizi önlemek için "Hizbullah'ın örgüt değil yasal parti olduğunu" ilan etti. Etmekle kalmadı, geçen yıl kurulan hükümete Hizbullah'tan 2 bakan aldı.
Dünya yine seyirci kaldı. Hem de BM ve AB, 2002'de Hizbullah'ı terör örgütleri listesine almalarına rağmen.
İsrail fırsat kolluyordu
Yine bitmedi. Suriye'nin Hizbullah'a füze verdiği biliniyordu. Nasrallah, İsrail'le esir değiş-tokuşunun yapıldığı 2004'te militanlarına seslenirken, "1992'den beri füzemiz var" demiş, ayrıca "Yeni değiş-tokuşlar için İsrail askerleri kaçırmaya devam edeceklerini" açıklamıştı. Yine herkes omuz silkti. İsrail dışında. Onun da Hizbullah'ın böyle bir eylemini sabırsızlıkla beklediği son derece ayrıntılı hazırlanmış misilleme operasyonuyla ortaya çıktı. Zira İsrail'in amacı esir 2 askerini kurtarmak değil, Hizbullah'ı çökertmek. En azından Güney Lübnan ötesine sürmek.
Hepsi bu kadar değil. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'ın bir yıldır tekrarladığı "İsrail'i haritadan silmek" tehditleri sadece "Yahudi karşıtlığı" olarak görüldü. Oysa o, İslam dünyası liderliğine oynuyordu ve bu hedefi doğrultusunda, Suriye ve Hizbullah'la cephe kuruyordu.
*Batılı güçler Hizbullah'ın silahsızlandırılmasını sağlayamadılar. Tam tersine, Hariri suikastinden sonra Lübnan'da tüm gruplar tekrar silahlandı. Yeni iç savaş tehdidinin nedeni bu.
*Batılı güçler, İran-Suriye-Hizbullah eksenini önleyemediler. Ortadoğu'da yeni savaş tehdidinin nedeni bu.
Ancak o savaş çıkarsa, 1948, 1956, 1973 kapışmalarından farklı olacak. Çünkü bu kez cephede Araplar yok. Ne Mısır, ne Ürdün, ne Suudi Arabistan, ne diğerleri.
Yani, kapıdaki tehlike Arap-İsrail savaşı değil; Şii-İsrail savaşı. Başka deyişle, Arap ulusu değil, Ahmedinecad'ın tetiklediği Şii cemaati İsrail'le hesaplaşacak. Hiç kuşkusuz savaşın ağırlık merkezi de Tahran olacak. İçerdiği onca tehdit ve tehlikeyle...