Ortadoğu'da artık her an her şey mümkün. Karşılıklı misillemeler yolunun son durağında topyekun savaş bile bekliyor olabilir.
Çünkü tüm krizler iç içe girdi: İran'ın nükleer krizi, Irak krizi, Filistin-İsrail krizi, Suriye krizi...
Dahası birbirine bağlanan bu krizlerin tümünde ipler İran'ın eline geçti ya da geçmek üzere. Bunu anlamak için Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'e kulak vermek yeterli. Diyor ki, "İsrail ile Hamas'ı tam uzlaştıracağım, İsrailli onbaşıya karşılık Filistinli tutukluların salıverilmesini ve Hamas bakanları ile milletvekillerinin serbest bırakılmasını sağlayacağım sırada bazı güçler devreye girdi ve müzakereleri dinamitledi."
Mübarek'in işaret ettiği adres Tahran. Yardımcı olarak da Suriye, Hizbullah ve Hamas'ın Şam'da yaşayan lideri Halid Meşal'i kastediyor.
Asıl önemlisi, Hamas'ın 25 Haziran'da iki İsrail askerini öldürüp onbaşı Gilad Şalit'i kaçırmasının çok daha kapsamlı ve iyi koordine edilmiş bir planın işaret fişeği olduğu ortaya çıkıyor. O planın mantığı gereği Mübarek'in arabuluculuğunun olumlu sonuç vereceğinin sanıldığı saatlerde Hizbullah militanları Güney Lübnan'dan İsrail'e sızarak 3 eri öldürüp, 2'sini kaçırdılar.
Zaten Hizbullah'ın dini lideri Seyit Hasan Nasrullah da bunu doğruluyor: "2 yıldan beri bu operasyon için hazırlanıyorduk. Ama zamanlama açısından başarımızda elbette son gelişmeler etkili oldu..."
Son gelişmeler? İsrail'in dikkatinin Şalit'i kurtarmak için Gazze'de yoğunlaşması.
İran'ın "yakarım" mesajı
1982'de İran'ın maddi desteğiyle kurulan ve milis güçleri Tahran'ın Lübnan'a gönderdiği 2 bin devrim muhafızı tarafından eğitilen Hizbullah'ın 4 yıllık sessizlikten sonra İsrail'e en ağır misillemeleri bile göze alaraksaldırmasının ardında, tüm gözlemcilerin kabul ettiği gibi, İran'ın Batı'ya mesajı yatıyor: "Üstüme gelmeyin, yoksa..."
"Yoksa"nın cevabını Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesinin İran dosyasını BM'ye havale etmeye karar vermeleri üstüne Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'ın dün yaptığı çıkışta bulabilirsiniz: "Müslümanlar'ın öfkesi hiç kuşkusuz yakında patlayacak ve o gün geldiğinde şok dalgaları sadece Ortadoğu'yla sınırlı kalmayacak, siyonist rejimin destekçilerini de vuracak."
"Beni engellemeye kalkarsanız dünyanın her yerinde terör için düğmeye basarım" ın bundan açık ifadesi olabilir mi?
İran'ın hamlelerini 2005 Şubat'ındaki Refik Hariri suikastinden bu yana uluslararası camianın boynuna geçirdiği ilmiğin gevşemesi için bulunmaz fırsat gören Suriye'nin de körüklediği (Hizbullah operasyonu İran'ın nükleer başmüzakerecisi Ali Laricani'nin Brüksel dönüşü Şam'daki temaslarından hemen sonra gerçekleşti) krizde, olan Lübnan'a oluyor.
15 yıllık iç savaştan sonra yeniden inşa ettiği altyapısı bir kez daha yerle bir oluyor: Beyrut havaalanı, köprüler, elektrik santralleri, telefon şebekeleri. Hem de tek gelir kaynağı turizm mevsiminin ortasında.
Lübnan'ın paspas gibi çiğnenen egemenliği kimsenin umuru değil. Başbakan Fuad Sinyora, "Hizbullah operasyonuyla ilgili hiçbir bilgimiz yok" diye aczini, çaresizliğini itiraf ediyor. Hükümette bakanı bulunan Nasrullah da "nanik" yapıyor: "Direniş hareketi bağımsızdır, hükümete haber vermek zorunda değiliz."
Bir ayrıntı daha: Bir gün bu toz duman dağılınca, İran-Irak-Suriye-Lübnan eksenli, Sünni Hamas'ın da stratejik destek verdiği bir "Şii hilali" ile karşılaşırsanız şaşırmayın. Ama -Türkiye dahil-Ortadoğu'nun geleceği için kaygılanın.